Resim : Mary Leonora Carrington
Cadılar hem masallarda hem gerçek tarihte yakıldı, öldürüldü, sürüldü ya da hapsedildi. Ama ataerkinin silmek istediği mücadelelerini kadınlar, tarihi tırnaklarıyla kazıyarak yeniden ortaya çıkardı. Bu da cadının yolculuğunda yeni bir adım yarattı.
Bir erkeğin bir çocuktan bir kahramana dönüşme hikâyesini hepimiz biliyoruz ve bu cümleyi okurken aklımıza birkaç hikâye, dizi ya da film geldi bile. Peki ya bir kız çocuğunu cadıya dönüştüren nedir?
Joseph Campbell Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde erkek kahramanın mitlerdeki yolculuğunu başka bir deyişle hikâyesini formüle etmişti. Daha sonra Joseph Campbell’in teorisinin dışladığı kadın kahramanların yolculuğunu anlatmak için farklı formüller yazıldı. En son Bakire’nin Sözü (Yolculuğu) makalesinde Kim Hudson bambaşka bir yolculuktan bahsetti, erkek kahraman yolculuğa dış dünyaya çıkarken köyde kalan bakirenin yolculuğunu formüle etti. Ancak bunu senaristler için yaptı. Bu örneklerini filmlerde görebildiğimiz bir yolculuk ancak gerçek hayatta ya da mitlerde görmediğimiz bir yolculuk. Çünkü bu yolculuğun son adımı bakirenin içinde bulunduğu dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesini içeriyor. Ben de kendi formülüme buradan yola çıktım. Gerçekte ve gerçeklerden yola çıkmış olan mitlerde bu yetenekli bakireye ne oluyor, dünya ona ne yapıyor diye yola çıktım. Ve benim formülümün sonunda maalesef dünya değişmiyor ama bu cadıların mirasları sayesinde biz modern cadılar için son bir adım doğdu. Bu adım kolektif bir kadınlık yolculuğuna açılıyor ve orada cadıların güçlerini birleştirip dünyayı daha iyi bir yere dönüştürme ihtimalleri var. Yani bir umut hâlâ var.
Yolculuk Kim Hudson’ın yolculuğu ile paralel başlayacak ancak başka bir yere evrilecek.
Buradaki “bakire” sıfatının cinsel anlamda değil dünyaya karşı bir saflık ve toyluğu kastettiğini belirtmekte fayda var.
Ayrıca cadı kelimesinden kastım da metafizik güçleri olan kadınlar değil toplumdan dışlanmış, trajik düzenin sonucunda delirtilmiş, eğer akıl sağlığını koruyabildiyse özgürleşme yolunda savaşan kadınlardır.
UYARI: Dizi, film ve kitaplar hakkında spoiler içerir.
Aşağıda adımlara bakalım.
Yolculuğun Adımları
1.Uykudaki Bakire
Dünya bir kız çocuğuna herkesi memnun etmeye çalışmasını öğretir. Edepli ol, uslu ol, hanım hanımcık ol, ama güler yüzlü ol, ama kahkaha atma, her zaman ölçülü ol, güzel ol ama seksi olma, tatlı ol ama çocuksu olma, namuslu ol ama cilve yapmayı da bil…… gibi birbiriyle çelişen bir sürü öğretinin temeli başkaları için var olmak ve başkalarını memnun etmek üzerinedir. Toy bir genç kız başlangıçta bu öğretileri benimser, bu mesajlar vücuduna kazınır ancak hiçbir insan bu isteklerin tümünü karşılayamaz ki zaten amaç da budur; kadının kendisini daima denetim altında tutması ve kendisini daima yetersiz hissetmesi. Çünkü yeterli hisseden ve özgüvenli bir kadın patriyarkanın en büyük düşmanıdır. Uyuyan güzel misali psikolojik bir uykuda olan bakire bu mesajları sorgulamadan (belki ara ara sorgular ya da yadırgar ama bu sorgulamalarını birleştirip net bir aydınlanma henüz yaşamamıştır) onlara uymaya ve uygulamaya çalışır. Bu evre Uyuyan Güzel’in uykuda olduğu, Rapunzel’in kalede kapalı olduğu ve Persephone’un annesinin bahçelerinde kötülüklerden habersiz mutlu mutlu yaşadığı döneme denk düşer.
Filmlerden örnek vermek gerekirse örneğin Black Swan’de Kuğu Kraliçe olmak isteyen Nina’yı bu arzuya iten en büyük güdünün Thomas’ın “küçük prensesi” olmak yani onun sevgisini ve takdirini kazanmak olduğunu görürüz. Belki de o ana kadar annesinin “tatlı kızı” olarak onu memnun ettiği ve isteklerine boyun eğdiği sürece sevilmiş olan Nina (bunu pasta sahnesinde görebiliriz. Nina pasta yemeyi reddettiği an annesi çok sert ve suçlayıcı bir tepki verir) bu sefer kadınsı arzularla etkilemek istediği adama yine bildiği tek yöntemle kendisini sevdirmeye çalışıyordu. Filmin sonunda Nina ölmek pahasına herkesin takdirini kazandı ancak hiçbir zaman kendisini sürekli başkalarını memnun etmeye güdüleyen düzenin farkına varamadı.
Tıpkı Nina gibi ve masal prensesleri gibi tarihte pek çok kadın yolculuğun bu kısmında takılıp kalabilirler. Ancak anlatacağım yolculuk farkına varabilenlerin yolculuğu. Burada asla farkına varamayan kadınları küçümsemiyor ya da suçlamıyorum. Tüm düzen bu şekilde kurulmuşken, sizi henüz tüm düşünce dünyanız oluşurken işlemeye başlamışken ve sizi düzene uyduğunuzda ödüllendirirken bir süre sonra siz de kendi kendinize erkeklerin gözüyle bakarak yaşamaya başlıyorsunuz ve bu aynada kendinizi güzellik standartlarına uygun gördüğünüzde ya da patriyarkal kadın figürünü performe ettiğinizde kendinizi mutlu hissetmenize neden oluyor. Ancak hep bir şeyler eksiktir. İşte o eksiklik birey olma, kendi olma özgürlüğümüzdür. Bazıları bunu anlamlandırabilir bazıları ise anlamlandıramadan hayat hikâyesinin sonuna gelir.
2.Bir Hayal Kurar
Bir hayali vardır ya da bir hayal kurmaya başlar. Belki idolü olabilecek birini görür. Belki tek isteği ona öğretildiği anlatıldığı gibi bir masal prensesi olmaktır. Sindirella baloya gitmek ister, Uyuyan Güzel gerçek ailesini merak eder, Siyah Kuğu’daki Nina “Kuğu Kraliçe” rolü için çalışmaya başlar, Pearl ünlü bir dansçı olma hayali kurar. Yani kurduğu hayallerin direkt olarak özgürlük ya da erkeksi bir güçlülük temasında olması gerekmez. Yine de “kızıl elması” yani hedefi ne olursa olsun bunun sonucunda cezalandırılır. Sindirella’nın arabası ormanda balkabağına dönüşür, Aurora kötü perinin eline düşer, Nina akli dengesini yitirmeye başlar, Pearl seçmelerde elenir, Havva cennetten kovulur (ki bu kadın arzusunun neden olduğu ilk felaket mitidir), Lilith asiliğinin bedelini bebeklerini kaybetmekle öder, Disney’in Merida’sında evlenmek istemeyen Merida ailesini felaketlere sürükler neredeyse annesi onun yüzünden ölecektir, Anna Karenina’nın yasak aşkı onun ölümünü getirir. Çünkü, ataerkiye göre kadın arzusu tehlikelidir bu yüzden de yasaktır. Kadın aktif olarak bir hayal kurmamalı ve bunun için etken eylemlere girişmemelidir. Yapmasına izin verilen tek şey beyaz atlı prensini hayal ederek edilgen bir şekilde beklemektir.
Hayallerin nitelikleri konusuna geri dönersek feminizmin ürüne dönüştürülmeye çalışılmasıyla birlikte erkek bakış açısıyla yazılmış pek çok hikâyede güçlü kadın karakter şövalye olmak, savaşmak gibi hayallere sahip olur. Elbette bir kadın erkeklere atfedilmiş bu hayalleri kurabilir ancak bu kurgu kadınların güçlü olabilmesinin tek yolunun erkekleşmek olduğu inancını besler. Örneğin, Game of Thrones dizisinde iki kız kardeş olan Arya ve Sansa neredeyse tamamen zıt karakterlerdir. Arya, küçüklüğünden beri silahlara ve şövalyeliğe meraklıdır. Sansa ise prensle evlenip güzel bir prenses olmak ister. Dizi Sansa karakterini başta hain ve aptal gösterdi oysa Sansa henüz ergenliğe bile girmemiş bir kız çocuğu olarak yalnızca ona öğretilen hayalin peşinden gidiyordu. Elbette hatalar da yaptı ve bedelini de çok ağır ödedi. Nihayetinde derinlikli bir karakter gelişimi izledik.
Arya ise “Mary Sue” karakteri olmakla eleştiriliyor. Yani herhangi bir kusuru olmaması, her şeye gücünün yetmesi gibi gibi… Arya’nın şövalye olmak istemesiyle ilgili hiçbir sorunum yok bence asıl problem onun ablası Sansa’nın karşısına yerleştirilmesi ve bunun seyirciyi kıyaslama yapmaya itmesi. Arya hep zeki, herkes tarafından seviliyor, daha küçük bir kızken bile cinayet işleyebiliyor, zorluklar elbette yaşıyor ancak şansı hep yaver gidiyor. Bu açılardan derinlikten yoksun ve “alın feministler sizin için savaşçı ve güçlü bir karakter de yarattık” demek için yazılmış gibi duruyor. Sonuçta kapitalizm para kazanmak için farklı ideolojilere de hizmet eder ancak tabii ki onların içini boşalttıktan sonra.
3.Kapı Suratına Çarpılır
Bu bakirenin ilk kez masal hayallerinden çıkıp gerçek dünyanın buz gibi yüzü ile karşılaştığı an. Ya sınıf ayrımıyla ya da cinsiyet engeli ile karşılaşır ya da her ikisi ile aynı anda. Köylülerin prenses olamayacağını çünkü sınıf ayrımının aslında çok katı bir kan bağı sistemine bağlı olduğunu ve masalların aslında köylüleri ya da şehirlileri de içeren genel halk tabakasını oyalamak için uydurulmuş olduğunu anlamaya başlar. Ve bir şeyi daha anlamaya başlar; erkekler için yolculuğa gitmek, şövalye olmak gibi kaçışlar varken kadınlar yalnızca evlenerek kaçabilirler ki bu da her halükarda zincirlerle birilerine bağımlı olmak demektir. Ve bu kurtuluşun da bir bedeli vardır elbet; dış güzellik. Kadının tek gücü güzelliğidir.
Bazen bir önceki adımda hayalini gerçekleştirerek evlenmiş olan güzel genç kız evliliğin hiç de beklediği gibi olmadığını görür ki bu da bu adıma bir örnektir.
Bu adımda daha asi ruhlu bakireler için şöyle bir senaryo da gerçekleşebilir; yolculuk ihtimali doğunca yani köy ya da yurt tehlikeye girince yolculuğa kendisi çıkmak, yurdu için savaşmak ister. Arya ya da Mulan gibi. Ancak ona kadın olduğu için onun çıkamayacağı söylenir.
Her senaryoda sonuç aynıdır; bakirenin içine ilk öfke tohumu ekilmiştir.
Burada klasik masal prenseslerinden örnek veremeyeceğim. Çünkü masallar prensesin ikinci adımdaki hayalinin gerçek olması ile biterler. Ancak masalların kötü kadınlarından örnekler verebilirim. Kötü Kraliçe en güzelin Pamuk Prenses olduğunu öğrenir, Sindirella’nın üvey kardeşleri baloda prensin dikkatini çekemez. Filmlerden ve kitaplardan örnek vermek gerekirse Pearl filminde Pearl’ün güzel dans etmesine rağmen sarışın ve mavi gözlü tipik bir Amerikan kızı olmadığı için seçmelerden elenmesini, Ben Kirke kitabında Kirke’nin sonsuza dek mutlu yaşamak için sevdiği balıkçıyı bir tanrıya dönüştürüp ardından balıkçının onu daha güzel bulduğu bir periyle aldatması ile yıkılmasını, Black Swan’de Nina’nın siyah kuğu için uygun olmadığını öğrenmesini örnek verebiliriz.
4.Dünyaya Sığamaz
Artık bir kere çerçeveleri kırılınca tekrar pembe gözlüklerle bakamaz olur. Giderek daha fazla toplumsal çarpıklık ve haksızlık görmeye başlar. İçindeki öfke büyür, giderek daha uyumsuz biri olur. Bu öfke en sonunda patlayacaktır.
Black Swan’deki Nina içindeki siyah kuğu ile tanışmaya başladıktan sonra kendi derisine bile sığamaz. Farkında olmadığı anlarda derisini yırtar. Don’t Worry Darling filminde Alice gerçeklerin peşine düşmeden edemez, cici ev kadını rutinine tekrar uyum sağlayamaz. Açlık Oyunları’nda Katniss oyunları kazanıp kendisini kurtarmayı başarır ve halka karşı kameralar önünde rol yapmayı becerir ancak halkına yapılan haksızlıklar karşısında kendi içindeki öfke ateşini söndüremez.
5.Çileden Çıkma
Öfke en sonunda patlar. Canına tak eden genç kadın diğer insanlara “görmüyor musunuz benim gördüklerimi” diye haykırır. Ancak hiç kimse görmek istemeyen birinden daha kör değildir.
Yine Açlık Oyunları serisinde Katniss’in isyanı başlatma aşamasını örnek verebiliriz bu adıma. Ayrıca bu adımdaki genç kadını mitolojiden Cassandra’ya da benzetebiliriz. Cassandra, Apollo ile yatmayı kabul etmediği için Apollo tarafından geleceği görüp kimseyi bu görülerine inandıramamakla lanetlenir. Burada Cassandra’yı yolculuğumuzdaki cadı, Apollo’yu da ataerkil sistemin temsilcisi olarak görebiliriz. Cadı olma yolundaki kadın ataerkinin oyunlarını artık görür ancak ataerkil sistem insanların gözünü öyle bir kapatmıştır ki kimseyi kendisine inandıramaz.
6.Dışlanma ve Sürgün
Ve bakire, toplum tarafından çileden çıkartılır, sonra da deli diye yaftalanır ve nihayetinde kaçmak zorunda bırakılır. Çünkü toplum onu disipline etmek için giderek daha baskıcı hale gelir ve bu baskının zirvesinde onu evlendirmek ister, onu disipline edecek bir koca atamak ister. Sunduğu diğer seçenek ise rahibe olmasıdır ki rahibeler de metaforik olarak İsa peygamber ile evli olduklarına inanırlar. Yani her halükarda bir erkek tarafından disipline edilmeye çıkar evlilik yolu. Bu da bakirenin kaçması ile sonuçlanır, tabii artık kadın kahramanımıza bakire diyemeyiz çünkü toplumsal gerçekleri fark ettiği ilk anda zaten cadıya dönüşmeye başlamıştı.
Ve bu son noktanın ötesinde masallar onu kötü cadı, ormandaki büyücü gibi sıfatlarla anar ve onu diğer genç bakireleri yoldan çıkarmak isteyen kıskanç bir koca karı olarak tasvir eder. Ben gerçekte yolculuğun bu kısmında kaçabilmiş cadıların toksik toplumdan kurtuldukları için yaşamlarını mücadele içinde de olsa daha iyi bir şekilde devam ettirdiklerini düşünüyorum. Belki de cadı sanılan şifacı, ilaçlarını yapıp satarak gayet rahat ve mutlu bir hayat yaşıyordu (tabii toplum gelip onu cadı diye yakana kadar), belki gerçekten büyücü olduğunu iddia eden kadınlar fal ve büyü karşılığı para alırken evli ve çocukları olan kadınlardan çok daha mutlulardı ve bu yüzden hiç de kıskançlık hissetmiyorlardı. Deli diye yaftalanıp akıl hastanelerine kapatılan ancak tek derdi eşitlik ve özgürlük olan kadınların gayet aklı başında olduklarını anlatmaya gerek bile yok.
Ancak biz masallarda deli yaftası yemiş cadılara geri dönelim çünkü kadınlar tarihten sistematik olarak silindiği ya da çarpıtılarak kaydedildiği için bunları belki de hiç bilemeyeceğiz.
7. Delirme
Küçük Deniz Kızı’nın Disney versiyonunda Ursula gizli bir mağarada yaşar, Kötü Kraliçe sihirli aynasının karşısından ayrılmaz, Rapunzel’i kaleye hapseden cadı Rapunzel’den önce tek başına yaşamaktadır, Kirke herkesten uzak kendisine ait adasında yaşar, Nina’dan önceki Kuğu Kraliçe Beth bedbaht bir halde topluluktan uzaklaştırılır, Pearl çiftliğe tıkılıp kalır.
Bu izolasyon, dışlama, hatta şimdilerde gaslighting dediğimiz kendi bilincinden şüphe ettirme ve değersizleştirme pratikleri onları bazen mecaz bazen gerçek anlamda delirtir.
Ancak ataerkil anlatımlara göre onları bu hale kadının kıskanç, günahkâr, ihtiraslı ve açgözlü doğası getirmiştir.
Kötü Kraliçe’nin sürekli güzellik kıyaslaması yapan aynası güzellik endüstrisi tarafından fonlanmış medya içeriklerinin kadın ruhundaki yansımasını çok iyi temsil etmiyor mu? Rapunzel’i kendi kızı gibi büyüten cadı dışarının tehlikelerinden korktuğu için bunu yapıyor olabilir mi (burada Disney versiyonundan bahsetmiyorum)? Disney’in Küçük Deniz Kızı’nda Ursula ile Ariel’in babasının arasında eski bir güç savaşı olduğu ima edilmektedir, Ursula iktidarı ele geçirmek için hileler yapar bu yüzden kötü karakterdir ancak onun yerinde bir erkek olsa mesela hakettiği iktidar için savaşan erkek kahramanları düşünelim, onları aynı şekilde yargılayan ve eylemlerinin ahlaki tarafını sorgulayan var mı? Mesela babası öldükten sonra tahtı gasp edilen bir prens düşünelim. Ordusundaki binlerce insanı ölüme sürükler, belki o da büyüler kullanır. Ancak bir ordu insanın ölümüne neden olmak, kurnazca büyüler yapıp yalanlar söylemekten daha kötücül görülmez asla.
8.Ölüm
Cadılar hem masallarda hem gerçek tarihte yakıldı, öldürüldü, sürüldü ya da hapsedildi. Ama ataerkinin silmek istediği mücadelelerini kadınlar, tarihi tırnaklarıyla kazıyarak yeniden ortaya çıkardı. Bu da cadının yolculuğunda yeni bir adım yarattı.
9. Sonsuz Mücadeleye Katılma
Cadılar artık en büyük hatalarını fark ettiler; birbirlerine sahip çıkmamak. Artık hiç de yalnız değiller çünkü kendileri gibi diğer cadıları ve seçilmiş ailelerini buluyorlar. Biraz ait oldukları bir yer bir topluluk bulduklarında bir çiçek gibi açıp yeteneklerini geliştiriyorlar. Ancak ataerkil toplum bu zaferlere dayanamıyor ve şiddetini arttırarak kadınların üstüne daha sert gelmeye başlıyor. Kadın cinayetleri artıyor, kazanılmış haklar ellerimizden alınmaya çalışılıyor, incel gibi kadın düşmanı akımlar yükseliyor. Ancak modern cadılar tüm kadınlar kurtulmadan hiçbir kadının tam olarak kurtulmuş sayılamayacağını bilerek mücadelelerine devam ediyorlar.