Bize bir yasa lazım!

Evrim Kepenek
Facebook Twitter Google

*Fotoğraf: Emre Orman/csgorselarsiv.org 

bianet 2020 erkek şiddeti çetelesine göre, erkekler 284 kadını öldürdü. Erkeklerin öldürdüğü kadınlardan biri transtı. Ayrıca şüpheli ölüm olarak basına yansıyanlar arasında trans kadınlar da vardı.

Yine çeteleye göre, erkeklerin yaraladığı LGBTİ+ sayısı da artış göstermiş durumda.

Kırmızı Şemsiye Derneği’nden avukat Evrim Demirtaş, uluslararası sözleşmelere dikkat çekerken SPoD LGBTİ+ Hukuk Danışmanı Hatice Demir, siyasilerin ayrıştırıcı diline vurgu yapıyor.

Demirtaş: Şiddetle mücadele kamu politikası olmalı

LGBTİ+’lar açısından öldürmeye yönelik fiziksel şiddet Türkiye’de oldukça fazla bir oranda.Bize bir yasa lazım! - Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik Kütüphanesi
Ayrıca saldırıya uğramak, dayak yemek ve diğer konularda fiziksel şiddete maruz kalma da görülen olgulardan.

Türkiye’de LGBTİ+’lar açısından cinsel şiddetin de sıklıkla yaşandığı izleniyor.

LGBTİ+’lara yönelik olarak en sık görülen ekonomik şiddet ise iş olanaklarının kısıtlanması. Sadece cinsel yönelimleri dikkate alınarak iş başvurularının reddedilmesi, kabul edilmeleri halinde ise kötü koşullarda çalıştırılması veya iş yerinde ayrımcılığa maruz kalmaları, işten çıkmaya zorlanmaları, işsiz kalmalarına ve iş bulamamalarına sebep oluyor.

Şiddetin en büyük nedeni LGBTİ+’lara yönelik önyargı. Tüm bunlarda bilimsellikten uzak, kişinin benim tespit etmemin mümkün olmadığı psikolojik durumuyla alakalı.

Cezasızlık politikaları ve kimi zamanda devlet organları tarafından üretilen nefret söylemlerinin yansıması nedenler arasında en büyük paya sahip.

Nefret söylemleri

Nefret söyleminin tanımı konusunda çeşitli tartışmalar mevcut. Birbirinden farklı sosyolojik, hukuki ve disiplinler arası incelemelere tabi tutulan nefret söylemlerinin varlığı insanlık tarihi kadar eski.

Üzerinde fikir birliğine varılmış bir tanımı olmasa Avrupa Konseryi Bakanlar Komitesinin Tavsiye Kararında yer alan; “Nefret söylemi kavramı; ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dahil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan veya meşrulaştıran her tür ifade biçimini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır. ” bu tanım uluslararası düzeyde kabul gördü.

Günümüzdeki gelişmeler ve yeni içtihatlar nefret söylemini, şimdilerde yetersiz kalan bu tanımı da aşacak biçimde ele almakta ve ‘cinsel yönelim, sığınmacılık ve mültecilik, engellilik’ gibi görece yeni kabul gören ayrımcılık unsurlarını da tanıma dâhil ediyor.

İşte tam burada AGİT’e baktığımızda nefret söylemi tanımlanmamıştır, ancak nefret suçuna ilişkin bir tanım verildi.

Nefret söyleminin, nefret suçları üzerindeki etkisi göz ardı edilemeyecektir denilerek nefret söyleminin önemi ve nefret suçuyla olan bağına dikkat çekiliyor.

Türkiye’de durum ne?

Türkiye’de nefret söyleminin ne olduğu konusuyla ilgili kafalar karışık olmakla birlikte çoğu zaman ayrımcı söylemlerle de karıştırıldığı görülür.

Çözüm önerileri

2014 yılında Türk Ceza Kanununun 115. Ve 122. Maddeleri yeniden düzenlenmiş, ‘nefret ‘ ibaresi eklenmiştir. Ancak cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim temelli suçların ülke çapında işlenme oranları görmezden gelinmiş, ‘cinsel yönelim’ ve ‘cinsiyet kimliği ‘ korunan hak kategorilerinin dışında bırakılmıştır. 2016 yılında 2016’da yasalaşan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Kanunu’nda cinsel yönelim, cinsiyet kimliği ve cinsiyet karakteristiğinden kaynaklı azınlıkların durumu görmezden gelinmiştir. Eldeki verilere baktığımızda Türkiye için biran önce kapsamlı bir yasa ve yasanın uygulanması en baş önceliktir.

Sonrasına ise şiddetle mücadele bir kamu politikası haline gelmeli ve bununla her türlü platformda mücadele edilmesi gerekiyor.

 

Demir: Ev içindeki şiddet arttı

Bize bir yasa lazım! - Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik Kütüphanesi

LGBTİ+’lara yönelik erkek şiddetinin artmasının bir arka planı var. 2015’ten beri Onur Yürüyüşleri yasak, son olarak da 2019’da Türkiye’nin hiçbir yerinde Onur Yürüyüşleri yapılmadı. Bütün bu ara zaman boyunca, genel olarak her fırsatta LGBTİ+’lara yönelik devlet açısından da önyargı yayan söylemler vardı.

Daha Nisan’da Diyanet İşleri Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pandemiden LGBTİ+’ları sorumlu tutan açıklamalarının ardından bu şiddetin artmasını öngörüyorduk. Özellikle ev içindeki şiddet artı. Çünkü pandemden kaynaklı LGBTİ+’lar ailelerin evine dönmek zorunda kaldı.

İşte o evlerde yetkililerin söylemleri televizyonlardan yayıldı ve LGBTİ+’lara yöneldi.

Önlemler

HSK’nin 6284’ü askıya alan bir açıklaması oldu. Bu hem kadınların hem de LGBTİ+’ların 6284 başvurma gücünü, cesaretini kırdı.

Çünkü bu yasaya dayalı olarak verilen uzaklaştırma kararları çok kısa sürede verilmeye başlandı. Önceden, 15 günden 6 aya kadar verilirken, her başvuruda genelde 15 gün uzaklaştırma kararı alabildik.

İşsizlik yoksulluk atanmış ailelerin yanına dönmek şiddeti arttı. Her ne olursa olsun, görünürlük azalmadı “biz vardık var olmaya devam edeceğiz” dediler.

Şiddetin artmasının en temel nedeni sürekli LGBTİ+’ların meşruluğunun devlet bürokratlarında nezdinde sorgulanmaya açılması. LGBTİ+ları şiddeten korunmanın bir lüks gibi algılanması.

Çözüm önerileri

Anayasa’da cinsel yönelin cinsiyet kimliği ibaresini istiyoruz, yasalarda sayılmasını istiyoruz. Cinsel kimliğe dayalı şiddete maruz kaldıklarında korunmaları gerekiyor ancak bu yasada açıkça faillerin durumu kamu idaresindeki yetkililerin infazına kalıyor. Bu nedenle bize bir yasa lazım!

Yasa kadar ayrımcılığın önlenmesi talebi de hayata geçirilmeli. Toplumsal barış için bürokratların dillerini değiştirmeleri gerekiyor.

Kamuoyunun da kulaktan dolma bilgilerle değil hak örgütlerinin yansıttığı raporlarla durumu takip etmeleri lazım. LGBTİ haklarının insan hakkı olduğu ana akımlaştırılmalı.