“O dönemlerde Hortum Süleyman diye bir polis vardı Beyoğlu’nda. Amirdi o. Evimizden çıkarken bile bizi alıyordu. Çok dayağını yedim o Hortum Süleyman’ın ben. Gözaltı da vardı. Şiddet de vardı. Mesela o zamanlar hortumları vardı. Hangi renk istiyorsun der, sustuğun zaman hepsiyle vururdu.”
Halk Sağlığı Uzmanı Onur Şimşek, 90’larda translara yönelik şiddeti anlattığı sunumunda bir transın tanıklığını, yukarıdaki cümlelerle ifade etti.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın, 20-23 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen “Salgın Sonrası Dönemde İnsan Hakları Gündemi” sempozyumunda öne çıkan konularından biri de translara yönelik hak ihlalleri ve şiddet oldu.
Araştırmacı Hazal Akpınar’ın yaptığı “Trans Mahpuslar: Cezaevi Koşulları, Hak İhlalleri, Mücadele Yöntemleri” sunumu ve Halk Sağlığı Uzmanı Onur Şimşek’in konuşmacı olduğu “90’larda Beyoğlu’nda Transgender Seks İşçilerinin Yaşadığı Şiddet ve Transfobi” sunumu sempozyumun öne çıkan başlıklarındandı.
“Tekli hücrede tecavüze daha açık hale geliyorlar”
Akpınar, cezaevlerindeki LGBTİ+’lara yönelik gerçekleştirdiği hak ihlalleri raporuna değindi, şunları belirtti:
“Türkiye’deki karar süreci ve infaz sistemi, cis erkek yani natrans erkek heteronormatif ve militer değer yargıları ile örülmüştür. Cezaevine giren herkes öncelikle bu değer yargıları uyarınca hizaya getirilmektedir ve disipline edilmektedir.
“Cezaevi insanları kapamakla kalmaz, onların bedenlerini ve benliklerini de terbiye etmeyi amaçlar. Bu amaç esas olarak kişinin kimliğini ezer. Kişinin kendini ifade etmesini engeller. Bu durum yalnızca trans mahpuslar için geçerli değildir elbette.
“Ama trans mahpusların durumları kendilerine özgü farklılıklar içerir. Çünkü translar toplum içerisinde de kendilerini ifade edebilmede özgür değillerdir. Ben bu çalışmamda cezaevi koşullarını ve mücadele biçimlerini ortaya koymayı amaçlıyorum. Trans mahpuslara uygulanan ayrımcılık, daha tutuklama sürecinde başlıyor.
‘Gardiyanlar alay ediyor’
“Mesela iyi hal indirimi gibi haklarından yararlanamıyorlar. Çünkü ya ekonomik sebeplerden avukat tutamıyorlar, ya onlara hizmet veren yeterince avukat yok, ya da kimliklerinden dolayı onları savunacak avukat bulamıyorlar. Hüküm aldıktan sonra trans kişiler beyan ettikleri cinsiyete göre değil, kimliklerinde yazan cinsiyete göre hapishaneye yerleştiriliyorlar. Hapishaneye girişte talep ettikleri cinsiyetten gardiyanlar tarafından aranılıyorlar, bazen çıplak aramaya zorlanabiliyorlar.
“Trans mahpuslarla iletişimde olan kişiler, yani görüşmecilerin, trans mahpusların cezaevinde maruz bırakıldıkları en büyük hak ihlali olarak, onların ölü isimleri ile çağırılmasını belirtmektedirler. Gardiyanlar bilerek ve alay etmek için, trans mahpuslara kullandıkları isimleri ile değil, kimlikte yazan isimleri ile seslenmekteler.
‘Kamera kayıtları siliniyor’
“Trans mahpusların deneyimlerinden ve görüşmecilerin söylediklerinden yola çıkarak, denilebilir ki, kimlikteki isimle çağırmak yani kişinin ölü ismi ile çağırmak psikolojik bir şiddet ve işkencedir.
“Örneğin bir trans mahpus, mavi kimliğe, yani atanmış cinsiyeti erkek olduğu için, erkek hapishanesine, hem kendisinin hem de diğer mahpusların refahı adına tekli hücreye konulmaktadır. Tekli hücrenin kendisi bir işkenceyken, gardiyanların keyfi davranışlarına, işkence, taciz, tecavüz ve şiddet gibi eylemlerine daha açık hale geliyorlar. Çünkü bir hak ihlali yaşandığı zaman mahpusun bunu ispat edemeyeceğini biliyorlar.
“Şiddet uygulandıktan sonra görüşe çıkması, doktora gitmesi yasaklanıyor ve iyileşince çıkarılıyor. Mektupları bu süreçte gönderilmiyor, varsa şiddete dair kamera kayıtları siliniyor. Bu da şiddetin ispat edilmesini imkansız hale getiriyor.
“Cezaevi bürokrasisi içinde de ihtiyaçlarını taleplerini ve sorunlarını dilekçelerle ya da diğer yollarla iletemedikleri ve yaşadıkları hak ihlallerini de dışarıda kamusallaştıramadıkları için trans mahpuslar açlık grevine mecbur bırakılıyorlar. Mahkeme salonunda götürüldüğünde, mesela tuvaleti geldiğinde, beyan ettiği cinsiyetin tuvaletine götürülmüyorlar.”
“Saatte bir dövülüyorduk, aç bırakılıyorduk”
Onur Şimşek ise “90’larda Beyoğlu’nda Transgender Seks İşçilerinin Yaşadığı Şiddet ve Transfobi” başlıklı sunum gerçekleştirdi. Sunumda şu noktalara dikkat çekti:
“Bugünkü anlatacağım araştırma 90’larda Beyoğlu’nda transgender seks işçilerinin yaşadığı şiddet ve transfobi üzerine olan trans kişiler, zorunlu bir şekilde itildikleri meslekleri sebebiyle de kriminalize edilip şiddetin her türlüsüne maruz kalıyorlar.
“Araştırmadaki örneklememizi çeşitli sivil toplum kuruluşları ve sosyal medyadan ulaştığımız 90’larda çalışmış olan sekiz tane seks işçisi oluşturuyor.
‘Darp raporları tutulmadı’
“Bu sosyolojik verilere baktığımızda kendilerinden bir kod isim istedik. Kendilerini çeşitli spektrumlarda tanımladılar. Kadın diyenler oldu, trans diyenler oldu travesti diyenler oldu.
“Yaşları 35 ila 51 arasında değişiyordu. Birçoğu yaşadıkları müşteri şiddetinden, yaşadıkları ayrımcılık ve transfobiden bahsettiler ve devlet engeli ve yasal engellerden bahsettiler. Kolluk kuvvetleri ile ilgili sorunlarda şiddetin her türlüsünden bahsedildi. Sağlık kurumu çalışanlarının ilgisizliğinden bahsedenler oldu, ya da tutulması gereken darp raporunun tutulmamasından ve delil karartılmasından bahsedenler oldu.
“Bugünle kıyaslandığında bir kısım geçmişin bugüne göre daha zor olduğundan, bir kısım da bugünkü şiddetin daha çok olduğundan, bir kısım da sistemin değişmesi gerektiğinden bahsetti. Bugüne yansımalara baktığımızda kalıcı fiziksel ve psikolojik sorunlarından bahsedenler oldu. Ve savunma mekanizmasını sorguladığımızda da öz savunma yönteminden dayanışma yöntemi ile kendilerini savunduklarından bahsedenler oldu.
“Gözaltına alınırken çeşitli şekillerde darp edilmeden bahsedenler, hortumlarla sopalarla. Sokaklarda sürüklenme, saçlardan sürüklenme şeklinde.
“Bugünle kıyaslamalarını istediğimizde 90’lı yılların bugüne göre şiddet ve çalışma olanakları olduğundan daha zor olduğunu söyleyenler vardı. Savunma mekanizmalarını sorguladığımızda, katılımcılardan altı kişi, protesto eylem basın açıklaması onur yürüyüşleri gibi eylemlere katıldıklarından bahsettiler.
“Sonuç olarak 90’lı yıllar transgender seks işçileri açısından karanlık bir dönem olsa da o karanlığın getirdiği örgütlenme ve dayanışmanın ilerlemesi ve dönüşümü ile ilgili vardığımız noktada köklü toplumsal politik dönüşümlere ihtiyacımız var. Mücadelenin artarak devam ettiği ve hak ihlalleri ve şiddetin, transfobinin son bulduğu ve eşitlendiği günler diliyorum.”