Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik: Feministiskt Perspektiv, Kaos GL ve bianet

Bianet Eylül 2018 Türkçe
Facebook Twitter Google

Final Konferansı

Yıldız Tar: Merhaba, hepiniz hoş geldiniz. İki dilli bir konferans olacak. Konuğumuz için olabildiğince İngilizce konuşmaya çalışacağım. Öncelikle konuğumuzu tanıtayım. Anna Klara Braat. İsviçre’den feminist bir gazeteci. Kendisi hem sendikacı hem işçi. Arbetaren işçi odaklı sendika gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. Arbetaren’da feminizm, kadın ve işçi konularıyla ilgilenen ve sendikada toplumsal cinsiyet odaklı yayın yapan ilk gazetelerden bir tanesiydi. Şu anda da online bir yayında çalışıyor. feministisktperspektiv.se  isimli. Diğer konuğumuz Sevda Alankuş. Bia eğitim danışmanı ve aynı zamanda Kadir Has Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’nde profesörlük görevine devam etmekte. Bu projeye çok önemli katkıları oldu. Kendisi alternatif medya, barış gazeteciliği, feminist medya alanlarında araştırmalarına devam etmekte.

Bugün toplumsal cinsiyet odaklı habercilik nedir ve Türkiye’de İsveç’te bu bağlamda neler oluyor bunu tartışmaya açmak istiyoruz. Feministler, LGBTİ’ler, insan hakları, kadın hakları savunucuları olarak medyanın dilini nasıl dönüştürebiliriz bunu tartışmaya açmak istiyoruz.

Anna Klara ile başlayalım isterseniz. Bize ana akım gazeteciliğin İsveç’teki durumunu aktarabilir misin? Durum neydi, ne oldu? Şu anda temel durum nedir ve İsveç’teki medya ortamını toplumsal cinsiyet perspektifinden değerlendirebilir misin?

Anna Klara Bratt: Merhaba. Öncelikle organizatörlere beni davet ettikleri için teşekkür etmek istiyorum. Burada bulunmak benim için çok büyük bir mutluluk. Öncelikle İsveç’te feminizm konusunda nerede olduğumuzu aktarmak istiyorum. Feminizm İsveç’te moda gibi aslında. Günün birinde gündemde oluyoruz, birkaç gün sonra da modamız geçiyor. Yani İsveç’teki medyada toplumsal cinsiyet meselesinin inişli çıkışlı bir seyri var. 7-8 yıl önce feminist perspektif ile çalışmaya başladığımız zaman sendika basınında farklı biçimlerde aktif insanlardık. İsveç’teki gazetecilik sendikaları veya basında çalışan insanlardık. 7 yıl önce başladık. Feminizm konusunda çok katı bir yasa kabul edildi. 2009-2010 yıllarında kadınlara karşı nefret ve tehditler artmaya başladı. Daha sonralarında bu gittikçe yoğunlaştı. Dolayısıyla bu Feminist Perspektif’i oluşturma kararını verdik. Geleneksel medyanın toplumsal cinsiyet bakımından dengelenmesi için çalışmaya başladık. “Me too” hareketinden bahsetmek istiyorum. Feminizmin her alanında ve kadın odaklı basında çok ciddi bir yükseliş yaşandı. Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamadım, hatta hayal bile edemezdim. Öyle görünüyor ki İsveç’te çok uzun ve çok güçlü bir sendika geleneğimiz olduğu için farklı farklı sendikalardan bir dizi çağrı geldi. Amerika’da sinema oyuncularıyla başladı biliyorsunuz. Hemen hemen her kadın oyuncu taciz, cinsel ihlallerle ve tecavüzle karşılaşmışlardı; sahnede bile. Dolayısıyla bizde de kadınlar kendilerine olanları anlatmaya başladı. Sinema ve tiyatroda olan bütün kadınlar bunları anlatmaya başladılar. Bunlar çok ağır deneyimler ama hepimiz rahatladık, gayet mutluyuz o bakımdan. Taciz ve tecavüzden söz edebiliyoruz şimdi. Gayet mutlu hissetmeye başladık. Bundan sonra ne olacağını heyecanla bekliyoruz. İsveç’te insanların kendilerine bakışı değişti. Kadınlara yönelik en büyük şiddet ev içi şiddet diye biliniyordu. Şimdi görülüyor ve ortaya çıkıyor ki işyerlerinde her altı kadından biri tecavüz ya da tacize uğramış durumda. Biliyorsunuz kadınlar saldırıya uğradıkları zaman kadın sığınaklarına gidiyorlar. Oralarda çalışanlar dışında herkes çok şaşırdı. Çünkü kadınlar evde veya işte mutlaka bir saldırıya uğramış oluyorlar. 65 tane değişik sendika şubesi, avukatlar, öğretmenler, garson kadınlar… çocuk bakımı sektörü ki çok kadın yoğunluklu bir sektördür, orada da olmuş bunlar. Dolayısıyla her çalışma sektöründe bunların olduğunu gördük. Şimdi ne yapabiliriz diye düşünüyoruz. Biz de yasal, hukuki bir eksiklik olduğunu söyleyemeyiz. İşyerleri için özellikle gayet sağlam yasalar var. Tecavüz veya taciz yasak. Politikacılar da bu çağrılarda yer aldı. Kendileri de parlamentoda tacize uğramışlar. Yani her yerde oluyor bu. Çoğu kadın ve feminist, her beş kadından biri, bu hareketin çok önemli ve kendilerini mutlu eden bir hareket olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla durumumuz çok iyi. Dergimiz yapılan her çağrıyı yayınlıyor. Bir sonraki adımımız bunları başka dillere tercüme etmek. Bizim sendika veya işçi örgütlerimizin tarihçesi dolayısıyla bu biçimi aldı. Şu anda durumumuz bu şekilde. Normal olarak bu sorunlar ana akım medyada yer almaz. Bilgilileri, ilgileri yok ve bu sorunlara el atmaktan korkarlar. Başlangıç noktası da buydu …ama çok ciddi çalışmalar sayesinde, eğitimler, uluslararası çalışmalar sayesinde toplumsal cinsiyet temelli yayıncılık için. Ülke içi, uluslararası haberler, kültür her sektöre el attık biz Feminist Perspektive’de. 

Yıldız: Çok güzel bir başlangıç oldu. Bizim medyayı ana akım ve alternatif olarak ayrımlaştırma eğilimimiz vardır. Nasıl ayırıyoruz bilmiyorum. Benim deneyimim de LGBTİ konularında ana akım ve alternatif medya aynı düzeyde. Alternatif medya şimdi biraz daha bu konuları ele alıyor ama toplumsal cinsiyet meseleleri söz konusu olduğundan ana akım medya ve alternatif  medya arasındaki farklar bulanık olabiliyor. Bir de görünürlük ve görünmezlik var. 3 yıl önce Tuğrul Eryılmaz ile çok ciddi bir röportaj yaptım. İyi gazetecilikten söz ediyordu, insanların ön yargılarını bir kenara bırakması gerektiğini anlatıyordu, seslerini çıkaramayan insanların sesini duyurma yönünde çaba göstermesi gerektiğini anlatıyordu.

Küresel değişimleri nasıl anlatabiliyorsunuz? Ya da ülke çapında toplumsal cinsiyet temelli gazeteciliği nasıl anlatırsınız? Temsil şimdi daha mı iyi? Medya artık bu konulara daha fazla giriyor mu?

Sevda Alankuş: Biraz da dünyadaki fotoğrafın bir üzerinden geçeyim isterseniz. Türkiye’deki fotoğraf da bunu yansıtıyor. İsveç tabii çok şanslı ülkelerden birisi. Feminist hareketin gücü ve bunun medyaya yansımaları anlamında.  Ama pek çok ülkede kadın gazetecilerin ya da LGBTİ bireylerin görülmeme sorununu öncelikle söylemek lazım. Haber odalarında temsil edilmemeleri söz konusu. Haber merkezlerinde de kadınların ve LGBTİ’lerin temsil sorunu var. Bu sadece toplumsal cinsiyet anlamında değil, etnik, sınıfsal, ırksal çeşitlilik anlamında da söz konusu ve  Türkiye’de dahil olmak üzere her yerde böyle bir sorun var. Öte yandan hepimiz biliyoruz haber merkezleri çok maskülen kurallarla örülü, habercilik de öyle, maskülen bir anlatı biçimi var. Bu haber odalarında kurumsallaşmış ve profesyonel ideoloji haline gelmiş bir şey olduğu için pratiğin içerisine giren dönüştürücü kadınlar, bunu dönüştürürken önemli sorunlarla karşılaşıyorlar. Bunlardan bir kısmı ya feminist gettolardan oluşuyor, kendi aralarında konuşur gibi  ya da marjinalleşiyorlar. Bir kısım kadın gazeteci erkekler gibi olmayı tercih ediyor. Boys club’e ne kadar katılırsa o kadar kabul göreceği için.  Türkiye’nin daha çok girdiği; savaşıyorlar ve bu arada marjinalleşme tehlikesi yaşıyorlar. Çoğu ülkede öyle terimler varmış. Feminist firijit, cadı gibi. Negatif niteleyici giden bir şey var. Öte yandan ciddi bir ücret farkı var, kadın ve erkek gazeteciler açısından. Ve cam tavan söz konusu. Gazetecilerin çoğunu erkekler çoğunu oluşturuyor. Ancak üçte bir oranında kadın gazeteci ile karşılaşılıyor ve bu oran konum itibariyle yöneticiliğe geldiği zaman daha da azalıyor. Kadın yönetici sayısı erkek yöneticilere kıyaslandığı zaman daha az. Öte yandan konuğumuzun da söylediği gibi haber merkezlerinde yaşanan pratiğin bir parçası da görülen, karşılaşılan fiziki ya da psikolojik şiddet. Bir veriye göre her iki kadından birisi fiziksel şiddet görüyor. Bu haber kaynağından olabildiği gibi izleyicisinden, okuyucusundan da olabiliyor. En önemlisi yüzde 39’u patronlarından şiddet görüyorlar. Bu tablo Türkiye’de aynı diye düşünüyorum. Türkiye’de bir fark var, çok konuşulmuyor. Yaptığım bir araştırmanın çok başlarındayım. Cinsel taciz, şiddete uğradığını ima eden kadınlar olmakla birlikte hiçbirisi bunu şimdiye kadar dillendirmemişler. Mesela “Me Too” hareketi de benim bildiğim kadarıyla kadın gazetecilerin katıldığı ve ifade ettiği bir şeye dönüşmedi. Politik bir tavır alma biçimine dönüşmedi. Bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyorlar gibi bir durum var. Oluşum, dünyadaki bu fotoğrafı veriyor, Türkiye’yi de anlamak için. Demin de söylediğim gibi Kuzey Avrupa ülkeleri bu konuda daha şanslılar. Hala bu kavram kullanılıyorsa biz daha çok gelişmekte olan ülkeler arasına giriyor. Bütün bunlar toplumsal cinsiyet temelli habercilik yapmayı çok önemli kılıyor. Bir de bunların üzerine politik baskıların olduğu bir şeyi eklerseniz durum daha da vahim oluyor. Birkaç tane şey ekleyeyim. Mesela sektörde erkek gazeteciler çok uzun süre kalabildiği halde kadınlar çok uzun süre kalamıyorlar. Erkenden terk etmek istiyorlar. Çünkü sektör genç kadın yüzünü tercih ediyor eğer görünürlükse söz konusu ya da pek çoğu bunu sürdüremez görüyorlar. Ev çocuk sorumluluğu, ücret farkı, meslekte ilerleyememe yüzünden. Zaten ilk atılanlar da onlar oluyorlar. Özetle fotoğraf hiç iç açıcı değil. Bu biraz bize neden haberlerde kadınların, LGBTİ’lerin yeterince temsil edilmediğini de açıklıyor. Tabii haber merkezlerinde kadın sayısının artması, toplumsal cinsiyet çeşitliliğinin sorunu çözeceği anlamına gelmiyor. Bunun artması gerekiyor ancak sorunun çözülmesi bundan ibaret değil. Bana kalırsa gazetecilik pratikleri ve anlayışı üzerine yeni baştan hepimizin düşünmesi gerekiyor.

Yıldız: Teşekkürler. Tabii ki ücret konusu, cam tavan ve diğer konular çok önemli. Bir de biliyorsunuz lavanta kafes var. Mesela gey bir gazeteciyseniz sadece kültür ve sanat hakkında yazabilirsiniz; politika hakkında yazamazsınız. Ya da bu tür ayrımcı meselelerden işyerinde söz edemezsiniz. Peki bu cam kafes meselesine dönersek, siz kendi deneyiminizde bunu kırmış durumdasınız. Arbeten işçi gazetesi biliyorsunuz. Bu nedir ve bunu delmek nasıl mümkün olabilir?

Anna Klara: Bu konuda koskoca bir kitap yazdım. Çok kolay değildi aslında bunu yapmak. Bir sendika hareketinde üstelik de sendikalistler adını taşıyan radikal bir sendikanın gazetesiydi bu. Epeyce tepki aldık. Bir program yarattık. Esas olarak çok basit bir program. 4 düzey saptadık. Herhangi bir sektörde kullanılabilir; yayıncılık, hastaneler gibi. İsveç’te çok konuşulan bir mesele var; kota. Yüzde elli yüzde elli kotası. O kadar sıkıldık ki o tartışmadan bıktık. Kaç yıl boyunca kota meselesini tartışacağız dedik. Çünkü hiçbir şey de çözmüyor. Bir başlangıç oluşturabilir. Dolayısıyla herkesten biraz bir şeyler çaldık ve bütün hepsini bir araya getirdik. Şu ana kadar kullanılan bütün metotları kullanarak bir karma çözüm oluşturduk. Elli elli olması gerekiyor kotanın ve burada erkek ve kadından bahsediyoruz ama bunun yanına başka türlü ayrımcılıklar da konulabilir. Hakkında yazmak istediğiniz grupların temsilcileri söz konusu. Temsil meselesi çok önemli. İşçi hareketine bakın. Yönetim kurullarında, tartışmalarda temsilciler bulundurmak söz konusu. Tek başına temsilci hiçbir şey yapmaz. Yapıya bakmak lazım. Yapısal düzeyde kim karar veriyor. Ne hakkında kim yazıyor? Buna editöryal düzey derdik yaz işleri için ama aynı zamanda bir de resmi düzey var. Fotoğrafı kim gördü, kiminle görüşme yapıyor, kim ne hakkında görüşme yapıyor, kimin resmi çekiliyor? 55 yaşında kadınlar çok ender görülür dergilerde. 55 yaşındaki lezbiyenler hiç görülmemiştir dergilerde.

Birkaç ay bu mesele üzerinde çalıştık. Bir sürü çatışma oldu, mektuplar geldi, tehditler geldi. Sadece karşıtlarımız tarafından değil. Kendi hareketimiz içinde de oldu bu, çok güzel geleneği olan, yüzlerce yıldır yayınlanan dergimizi mahvediyorsunuz diyorlardı. Biz de sendikalistler olduğumuz için, bireysel sorumluluğu da olan insanlardık. Mesela iklim sorununu gördüğümüz zaman bireysel bir tavır aldık ama dediğim gibi yapıya bakmak lazım. Bu iş nasıl örgütleniyor, kim kararı veriyor, parayı kim kazanıyor. Bütün bunları ele almak lazım. Bunun için epeyce tartışmalı konulara girmek gerekti. Her şey bireysel diyen liberaller vardı. Solcular da sadece yapılar vardır; homofobi, kadın düşmanlığı yok diyorlardı. Günün sonunda sorun şu hale geldi,  oldukça küçük bir dergiyi kim yönetiyor ve bir doğum günü olunca pastayı kim alıyor? Bizde elli elli kadın ve erkekler. Esas yayın işleri müdürümüz bir gey dergiden gelen lezbiyen kadın. Bu 90’lı yılların sonunda idi. Biz bunun üzerine çalıştık. Giderek kurumsal yaklaşım ve kesişim kavramı etrafında meseleyi ele aldık. Birçok baskının mağduru olabiliyordunuz, bize mağdur deniyor biz de mağdur diyoruz. Bir bakıma cam kafesi kırışımız böyle oldu. Herkese eşit ücret veriyorduk. İster patron olun, ister temizlikçi. Araştırmacılar bunu sevmiyor ama bunu gerçekten tavsiye ederim. Büyük adımlar atılıyor bu sayede. Bunu İspanyol sendikalistlerinden öğrendik.

Bizi davet eden LGBTİ ve kadın sendikacılar vardı. Sadece kadınlar ve gey erkekler oluyordu. Hiçbir şekilde patron, hetero erkekler olmuyordu. Bu metot işe yarıyor ama aşağıdan gelen bir güce ihtiyaç var ve liderlikten destek gelmesi lazım. Farklı metotları denedik. Haber odasında görevleri değiştirmek gibi rotasyona girdik. Maalesef dizgiyi yapandan iyi tasarımcı çıkmıyor ve dolayısıyla pek yapılamıyor. Dolayısıyla burada sorun metot değil, irade ve güç.

Biz dergiden ayrıldık ve her şey eskisine döndü. Tam da o noktada kendi dergimizi kurma kararı aldık. Biz de bu kesişim, kesişimsellik kelimesini kullanmaya karar verdik. Çok faydalı olduğuna karar verdik. Kim konuşuyor, kimi sunuyoruz? Bunu göstermenin faydalı olduğuna karar verdik.

Biz bir şeyleri karmaşıklaştırmak istiyoruz, değil mi? Çoğunuz herhalde gazetecisiniz. Hiçbir şey siyah beyaz değildir. Hala dengeli bir habercilik yapmaya çalışıyoruz. Spor sayfalarında, erkek egemenliğinde olan sporlardaki cinsel ayrımcılıktan bahsetmek isteriz mesela. Üzerinde hala çalıştığımız bir konu. Wirginia Wolf’un bir kitabını hatırlattı bana. Kendi hikayenizi anlatma fırsatı sunuyor aslında bu çevrimiçi gazete. Ben de aynı soruyu size yöneltmek istiyorum. Stratejilerimiz neler olabilir?

Sevda: Haber merkezinin erkek egemen niteliğini değiştirmesi, cam duvarları kaldırması açısından değil, bir anlatı dili, bir form olarak haberin erkekliğinden çıkarılması için iki farklı siyasanın bence görülmesi lazım. Bunlardan bir tanesi, fikir vermek açısından aydınlatıcı internetten de bulabileceğimiz Birleşmiş Milletler‘in dokuz maddelik erkek haber odalarının dönüştürülmesi konusundaki yayını. Bunun için mutlaka her yayın organının bir gender politikası olması gerekiyor. Bu politika işe alınmada öncelikler tanınması, kota uygulanması hem toplumsal cinsiyet çeşitliliği anlamında hem de etnik, ırksal çeşitliliğin artırılmasını içeren bir şeydir. Hepsini okumayacağım. Ama mesela kadınların erken işten ayrılmasından konuştuk, onun önlenmesine yönelik tedbirlerin alınması lazım. Öte yandan kadınlar cam tavanla karşılaşıyorsa bunun için bir yönetim eğitiminden geçirilmesi gerekir. Ama bu rekabetçi haber pratiklerini yeniden üretmek konusunda bir yönetim değil, daha işbirliğine yönelik, yatay hiyerarşi içerisinde ilerleyen bir anlayışla habercilik yapılmasını sağlayacak bir mentorluktan geçirilmeleri…  Sadece kadınların değil, erkek çalışanların toplumsal cinsiyet farkındalığı açısından eğitimden geçirilmesi gibi dokuz maddeyi sıralıyor. Bunlar biraz düşünürsek hepimizin aklına gelebilecek şeyler kuşkusuz. Örgütlenme en önemli ayaklardan birisi. Ama ikincisi var ve ben bunun daha önemli olduğunu düşünüyorum, çünkü daha gözden kaçırılan ve ihmal edilen bir şey. En başından beri haberin erkek, maskülen bir form olduğunu söylüyorum. Bu nasıl karşımıza çıkıyor? Bu objektifliğin bir tabu haline getirilmesi; beyaz erkek egemenden yana bir hegemonik taraflılığın kuruluyor olması ve bunun üstünün kapatılması. Bütün haber merkezlerinde objektiflik tanımı üzerine yeniden düşünülmesi lazım. Tarafsızlığın yeniden tarif edilmesi gerekiyor. Bunun için biz toplumsal cinsiyet odaklı habercilik dediğimiz zaman taraflı bir gazetecilikten söz ediyoruz. Toplumsal cinsiyet çeşitliliği taraflı bir gazetecilikten söz ediyoruz. Eğer erkek ve kadın karşıtlığı gibi dünyayı anlarsanız, erkekler objektif kadınlar sübjektif düşünmeye yatkın gibi bu karşıtlık içerisinde kuruluyorlar. Haber erkektir dediğimde kastettiğimde bu. Dolayısıyla haber, objektif, net, kesin erkek gibi sözünü söyleyen, sınırlarını çizen, doğruluğundan emin olunan bir tür olarak karşımıza çıkıyor. Oysa artık habere dair bütün bunların tartışılması gerekiyor. Beni şöyle eleştirebilirsiniz; haberin doğruluğu, kesinliği konusunda çok büyük şüpheler uyandıran çok büyük bir habercilik pratiğinin içine girmişken nasıl haberin kesinliği, objektifliğine dair bunu söyleyebilirim.  Benim bunlardan söz ediyor olmam lüks gibi kaçabilir ama şunu unutmayalım standart gazetecilik içinde objektiflik içinde yapılan iki tarafa gidip o onu dedi, bu bunu dedi deyip ama mutlaka haberi birinci tanımlayıcı üzerinden kapatmak, kesinliğini kurmak. Çok basitçe söyleyelim hükümet otoritesi dediyse, dedi denir. Muhalefet dediyse iddia etti oluyor. Bütün bu dil yapısının sorgulanması gereken bir pratik içerisinden ilerlemesi  gerekiyor. Bunlardan bir tanesi dediğim gibi objektiflik. Başka şeyler de var. Mesela kadınların haber yapma pratiklerinin daha sübjektif, daha kendi deneyimleri üzerinden, daha empati kurmak üzerinden olması, ki bu öteki merkezli habercilik yapmayı daha kolaylaştıran bir şey ve bizim savunmamız gerekendir. Kadın haber pratiklerinin daha bağlamsal, sebep ve sonuç ilişkileri üzerinden giden bir haber yapma pratiği olması, ben o, biz onlar karşıtlığını üretmek yerine daha süreç odaklı habercilik yapmak gerektiği gibi.  Bütün bunlar hep birlikte düşünülmesi gereken şeyler.

Bir yandan örgütsel düzeyde bir politika oluşturulması gerekiyor. Bu politika içerisinde herkesin bir toplumsal cinsiyet farkındalığı eğitiminden, zihniyet değişikliğinden geçirilmesi, bunun kurallarının yazılı hale getirilmesi gerekiyor. Benim bildiğim kadarıyla Türkiye’de bunun yazılı olduğu hiçbir yayın organı yok. Doğan yayın grubu barış gazeteciliğini ilkeleri içerisine almıştı ama ne kadar barış gazeteciliği yapıyor, tartışılır. Benim bildiğim tek örnek Bianet.  Yazılı mı politika bilmiyorum ama yazılı olmayacak şekilde, onların toplumsal cinsiyet çeşitliliğini yansıtması, etnik farklılık anlamında bir politika olduğunu biliyorum. Bir tanesi bu örgütsel, kurumsal düzeyde yapılması gerekenler, diğeri ise haberin yeniden tanımlanması, maskülen niteliğinin yerinden edilmesi. Haber merkezlerinin o niteliğinin kırılması ile aynı zamanda düşünülmesi gereken bir şey. Böyle bir ikili mücadele. Bunu yapabilenler var mı? Yaygın medyada bu çok zor. Şimdiki ortamda ancak bunun mecrası alternatif medya gibi görünüyor.

Yıldız: Evet. Ben de biraz bilgi aktarayım. Türkiye’de medyada neler oluyor. Medya izleme raporuna göre şunu kolaylıkla söyleyebiliyoruz. Yazılı gazetelerin hiçbirinde toplumsal cinsiyet ya da LGBTİ meselelerini ele alan bir prosedür yok. LGBTİ’ler ile ilgili iyi uygulamalar var bazı gazeteler ve yayın kuruluşlarında ancak yazılı anlamda bir prosedür yok. Türkiye’de yazılı basında yer alan haberlerinin yüzde ellisinden fazlasında nefret söylemi yer alıyor. Genelde de trans kadınlara yönelik. Bu da şaşırtıcıydı. Nelerle karşılaştık mesela? Polisle temas, polis odaklı birtakım haberler. Belki de o sizin bahsettiğiniz maskülen perspektifle yayıncılık burada da söz konusu. Bu bağlamda da size şunu sormak istiyorum. Toplumsal cinsiyet, LGBTİ odaklı yeni bir dil oluşturacaksak bunun temellerini neler oluşturabilir? İsveç’ten bir örneğiniz var mı? Neler önerebilirsiniz?

Anna: Dil dediğimiz olgu hareketli bir hedeftir. Burada yeni dili oluştururken önemli olan anlaşılmış olmak. Avangardın peşinden gitmeye çalışabiliriz ama devlet televizyonuna, büyük dergilere baktığımızda içersemeci, kapsayıcı bir dil kullanmalarını arzu ediyoruz. Mesela bir okulda gerçekleşen silahlı saldırıda siyahi çocuklar hedef alınmış. Bunun gazeteye yansıması şu; okulda gerçekleşen silahlı saldırıda hiçbir İsveçli çocuk ya da beyaz çocuk ölmemiştir gibi bir yazım dili kullanılmış. Burada tabii ki işlerimizin kiminle olduğuna bakmak lazım. Oradan hangi dilin kullanılacağı çok açıkça ortaya çıkabiliyor. Mesele olguda bitiyor. Temsiliyet de olgu ile alakalı bir durum. Siz muhabirseniz olgularınızı iyi bileceksiniz. Bundan dolayı geleneksel sektörlerde barış gazeteciliği yapıyoruz. İspanya’da bizim kardeş dergimiz farklı, yeni bir yaklaşımla, yeni kelimeler kullanarak yazı yazıyorlar. Mesela cinsel sağlık isimli bir bölümleri var. Biz bazı gazetecileri eğitmeye çalışıyoruz tabii ki ama onlar bizden daha avangart. Onlar kendi kategorilerini oluşturdu. İkisini de uygulamak mümkün. Kendimiz önce ne yaptığımızı daha iyi anlamalıyız diye düşünüyorum. Avangardın peşinden gitmek iyi olacaktır. Ama orada yürütülen tartışmalar da bambaşka yerlere sapabiliyor. Mesela her yıl kullanılan dil ve kelimeler üzerine beş altı tane toplantımız oluyor. Çok uzun sürüyor tartışmalar. Bunu mu yoksa şu kelimeyi mi kullanacağız diyoruz.  Temelde olgu üzerine dönmeli ama habercilik ve olgu kelimeleri hala çok provokasyona açık gibi duruyor. Bir de şunu da ekleyeyim. İsveç’teki “Me Too” hareketinde toplamda dört bin kadar itirafçı kadın vardı, Facebooktaki kapalı grupta ve bu grupların içerisinden her üç kişiden biri şöhretti diyebiliriz. İsveç’te toplum sonuçta çok küçük, nüfus çok az ve çok ciddi etkileri oldu. Suçlamalar vardı, kayıtlar vardı, polis de işin içindeydi. O dönemde ben hem feminist hem gazeteci olarak hissetmiştim. Gazeteciliğe öyle bir sadakat hissiyatım vardı ama hiçbir zaman o grubu güvenli alan olarak kullanamazdım. Feministtik ama aynı zamanda gazeteciydik.  İşyerlerinde tacize maruz kalan 4000 kadın gazeteci vardı.

Yıldız: Bir soru daha sormak istiyorum. İsveç’te ayrımcılıkla mücadele eden kadın gazeteci örgütleri var mı? Ya da kadın gazetecilerin temsiliyetini arttırmaya dönük örgütler var mı? Toplamda ayrımcılıkla mücadeleye baş koymuş örgütler var mı?

 

Anna: Sanırım gazetecilerin yüzde kırkı kadın. Bu yüksek bir oran diye düşünüyorum. Kadınların yüzde sekseni en az istihdam edilmiş durumda. Çok iyi bir çocuk ve yaşlı bakım sistemimiz var. Tasarım, moda haberciliği, kadın gazetelerinde vs çalışıyorlar ama. Mesela sporda çok fazla yok. Kültürel içerikli alanlarda daha çok çalışıyorlar. Muhabir konumundalar. Dış haberlerde hala çok fazla yoklar ama asıl olaylar üniversitede gerçekleşiyor. Medya izleme projesinde çok faal ve aktiftik. “Me too” ile benzer aslında bu durum. Yani İsveç toplumsal cinsiyet alanında dünyanın en iyisiyiz demeyi çok sever. Sanırım 1994 yılında hakikaten öyleydik ama bu kendi benlik algımızda zarar gördü. Bütün eylem bizden çıkıyor yani bir medya aktivizm grubundan çıkma kadınlardan, yani o anlamda büyük örgütler yok.

 

Yıldız: Evet Sevda şimdi sana dönmek istiyorum. Türkiye’deki durum nedir? Medya örgütlerinde ve gazetelerde, kadın örgütlenmelerinin feminizmle ilişkisi ne durumda? Acaba her iki tarafında yararlanacağı bir diyalog devam ediyor mu? İkincisi de konuşmanın başında şöyle demiştin. Daha fazla kadın gazeteciyi görmek daha iyi olur ama sayımız yeterli değil. Neden daha iyi olur?

 

Sevda: Biraz daha sorunun ikinci kısmını cevaplamakla başlayayım. Kadın sayısının çoğalması çok önemli. Türkiye’de 90’lardan sonra kadın gazeteci sayısı arttı. Bütün dünyada literatüre baktığın zaman 90’lardan sonra kadın sayısının arttığını görüyorsun. Bu yüzden feminisation of the news’den söz ediliyor ama bunu olumlu bir şey gibi söylüyorlar. Ben bundan çok emin değilim. Haber odalarının maskülenliği devam ediyor ve haber yapma pratikleri değişmiyor. Dil de bunun çok önemli bir parçası. Dille başlayan ve sadece ondan ibaret olmayan bir değişim. Bu açıdan baktığın zaman kadın gazeteci sayısı, kotası yüzde elli yeterli değil. Herkesin toplumsal cinsiyet temelli bir habercilik konsepti etrafında birleşmesi ve bu konuda bir farkındalığın oluşması gerekli. Bu olmadığından, sayılardan ibaret bir şey ortaya çıkıyor. Sonuçta şu oluyor; birkaç feminist gazeteci kadın ana akımda yer buldular ya kendi aralarında konuşuyorlar ya da yine soft konularda yazılar yazıyorlar. Benim bildiğim birkaç kadın var ve köşesinde olabildiğince dış politika muhabirliği yapmaya çalışıyor. Mesela birisi Feray Tunç Ben onun uluslararası ilişkilerle ilgili yaptığı yorumları erkeklerinkiyle karşılaştırdığımda çok farklı buluyordum, dokunduğu konuları vs ama yalnızdı. Dolayısıyla kadınlar ya marjinalleştirilip küçümseniyorlar ya da boy club’e katılıyorlar. Hakikaten kadınların da erkeklerin de farkındalıklarının artması gerekiyor.

Bir önceki sorunun etik meselesine de değinmek istiyorum. Toplumsal cinsiyet temelli habercilik deyince bizim neyi anlamız gerekiyor. Burada Elif ve Çiçek’in henüz basılmamış kitabından tanım okumak istiyorum. Hak odaklı habercilik tanımının toplumsal cinsiyet odaklı olarak genişletilmiş hali. En başından beri bundan başka bir şey yapmıyorduk ama biz de kendimizi kavramsallaştırma anlamında geliştiriyoruz. Cinsiyet çeşitliliği açısından kapsayıcı, kadın ve LGBTİ+ hakları konusunda bilgilendirici, hak ihlalleri ile kazanımları takip eden ve görünür kılan, hak taleplerini duyuran, bunu yaparken yeni hak ihlallerine neden olmayan, ayrımcılıktan uzak bir haberciliği kastediyoruz, diyorlar. Ben buna bir şey daha ekliyorum. Toplumsal cinsiyet temelli barış gazeteciliği diyorum. Bunlar birbirinden ayrılır şeyler değil. Eğer barışa sürdürülebilir bir barış olarak yaklaşır ve ona pozitif bir kavram olarak yaklaşırsanız, savaşın olmadığı bir durum değil ama savaşa neden olacak gerginliklerin, çatışmaların, ayrımcılıkların, eşitsizliklerin vs. bunların temellerinin ortadan kaldırıldığı bir süreç olarak bakarsanız, o zaman toplumsal cinsiyet odaklı habercilik bu tür anlamıyla barış gazeteciliği anlayışının da temeline yerleşiyor. Çünkü bizim bu ikili karşıtlıklarla kurulu zihniyet dünyamızda ilk ötekileştirdiğimiz şey kadındır. İlk ötekileştirdiğimiz kadınlar olunca diğer ötekilerden kadınlaştırarak intikam alıyoruz. Kadın düşmanlığını öteki erkek üzerinde pratik ediyor, uyguluyoruz. Etik meselesine yaklaşırken şunun altını çizmek çok önemli bence. Öteki merkezli bir etik anlayışla haberciliğin yapılması gerekli. Dezavantajlı grupları merkez alan bir haberciliğin yapılması gerekli. Bunu yaptığınızda, bütün ötekileştirenleri de kapsayacak bir şekilde zihniyet değişikliği üzerinden habercilik yapıyorsunuz. Oysa etik, liberal habercilik anlayışı açısından ya da bu literatüre bakarsanız yaygın medya için hep birey merkezli olarak kurulmuştur. Sizin görevlerinizi yapmanız üzerinden gider. Görevlerimi yaptım, kurallarımı uyguladım bu gece de rahat rahat uyuyabilirim diyen etik anlayış yerine ben ötekinin de hatalarından sorumluyum, öteki bunu yaptıysa benim de payım olmalı diyerek bütün geceyi huzursuz, uykusuz geçirmek pahasına yapılan bir habercilik olması gerekiyor. Çok şey istediğimin farkındayım bunun en temel, basitinin bile yapılmadığı yerde ama bunu söylemekten de vazgeçmemek gerekiyor. Hep bir yerden başlamak gerekiyor. Kadınların sayısı artsın evet ama öteki merkezli habercilik yapılsın, dil meselesi, haber kaynakları meselesi, 5n1K’sının nasıl kurulacağı da dahil olmak üzere. Yeniden o tartışmaya döneyim. 90’larda haberlerin kadınlaşmasından söz edilirken kast edilen soft haberde kadına atfedilen haberlerin sayısının çoğalmasıydı. Bunun nedeni kadınların bunu daha çok isteyeceğini düşünerek daha çok kadın okuyucu çekmek ve gazeteleri daha fazla satmaktı.  Kadın gazeteciler soft haber yapıyor, soft haber kadınlar tarafından okunuyor, o zaman daha çok kadın işe alalım, daha çok kadın okusun gibi bir endüstrinin zihniyetiydi. Yoksa kadın gazetecilerin sayısının artması haberin, benim söylemek istediğim anlamda, kadınlaşmasını getirmedi. O gene erkek bir anlatı olmaya, bildiğini okumaya devam etti ve ediyor diye düşünüyorum.

 

Yıldız: Çok fazla sorum var. Fakat çok fazla zamanımız kalmadı elbette. Son bir söz vereyim size. Feminist bakış açısından bakıldığında interneti büyük bir özgürlük hareketi gibi düşünmüştük. Başlangıçta, internet hepimizi kurtaracak demiştik ama hiç de öyle değil bizim deneyimimizde. Bazı olanakları sağlıyor fakat bazı riskleri de içeriyor. Bu açıdan bakıldığında internet ve dijital teknolojilerinin toplumsal cinsiyet veya kadın temelli gazeteciler açısından sizin bağlamınızda durumu nedir?

 

Anna: İyi haberle başlayayım. Dünyanın pek çok yerinde birçok erkek eve bağlandı, evcilleşti.  Çünkü internetten bir sürü şeye katılabiliyorsunuz. Mesela Facebook geldiği zaman evde çocuğumu emzirdiğim için yalnız kalmak ya da yalıtılmak zorunda değilim duygusu söz kopnusu oldu. Ama aynı zamanda kadın LGBTİ aktivistler dünyanın her yerinde var ve bağlantılar kurabiliyorlar. Bir de kötü haber var. Bu benim için yeni değil diyorsunuz ama şimdi gösterilmiş durumda. Tehditleri yazıyorum, bunları yayınlıyorum filan. Kötü dil, kadın düşmanlığı, nefret dili, geleneksel medyaya giriyor. Bu bize şok gibi oldu. Ve gazetelerin editöryal denilen gazetenin fikirlerini belirttiği sayfalara kadar yükseldi, tırmandı. Bir şok gibi. İletişim düzeyi, dil bakımından ve daha birçok şey bakımından. Bu paralel oluyor. Bir ileri gidiyor, bir geri geliyor, bazen de olduğu yerde duruyor.

 

Kadınların taleplerini biliyorsunuz, yüzyıl önce bile aynı talepler dile getiriliyordu. Bir açıdan internet hala çok güzel.  Afganistan’daki feministlerle bağlantılar kurabiliyoruz ve Google translate kullanarak da iletişim kurabiliyoruz. Başladığımızda bin iki yüz muhabir vardı dünyanın her yerinden haber gönderip, nihayet diyen. Çünkü İsveç’teki diğer dergiler bizim LGBTİ ve  feminist konulardaki haberlerimizi istemiyordu. Birinci günden itibaren dünyanın her yerinden bize haber yağdı. Bu bizi şimdiki siyasi duruma getiriyor ve dünya çapında epeyce zor bir durum. Birçok şey var. İnsan hakları meselesi şu aşamada bir bakıma bıçak sırtında yürüyor. Birkaç hafta boyunca moda olduk ama şimdi dışarıda kaldık. Fakat yalnız değiliz. Çünkü dünyanın her yerinde dostlarımız var, networkümüz var. Onlar da şu an dışarıda kaldılar. Özellikle İsveç’te trans gender insanlar için epeyce zor bir hayat söz konsu. Mesela İsveç gibi küçük bir ülkede yaşayan trans gender insan dünyanın her yerinden arkadaş ediniyor. Dolayısıyla iyi bir şey var burada ama her gün kötü şeylerle mücadele de ediyoruz ve her zaman tehditler oluyor. Bazen de fiziksel bir tehdit olabiliyor bu. Dünyanın her yerinde oluyor. Ve birbirimize ihtiyacımız var, oraya gelmek istiyorum.

 

Yıldız. Toplumsal cinsiyet odaklı gazetecilik konusuna konuklarımız yoğun bir şekilde yaklaştılar. Şimdi sorularınız olabilir, onlara cevap verebilir arkadaşlarımız.

 

Katılımcı: Merhaba ben Van’dan katılıyorum. Yüksekova Haber adına buradayım. Muhabirim. Üniversitedeyken toplumsal cinsiyet dersi alıyorduk biz ama bu sanırım bir sürü fakültede yok. Üniversitelerdeki toplumsal cinsiyet odaklı habercilik dersi daha da yoğunlaştırılmalı. Bizim dönemlerimizde tamamen bize bırakılmıştı. Ödevlerle geçiştiriliyordu. Şimdi önemini daha iyi anlıyorum. Bu arada ben çalıştığım yerde tek kadın muhabirdim ve birçok zorluk yaşadım, hala yaşıyorum. Doğu ve batı çok farklı. Doğuda kadın, kadın muhabir olmak, batıda kadın, kadın muhabir olmak çok farklı. Kadınların yaşadıkları şiddetler farklılaşıyor. Bunu nasıl aşabiliriz?

 

Sevda: Bu biraz da YÖK politikası. Kadın merkezleri kurulunca üniversite genelinde bir ders öneriyorlar. Bizde medya ve gender dersi var. Bazı okullarda ayrıca toplumsal cinsiyet odaklı habercilik de öğretiliyordur. Bütün bunlara bia öncelik etti onu söylemek lazım. Bu terminolojinin ve pratiğin bu kadar konuşulmasından sonra birçok iletişim fakültesindebu dersler açıldı.  Bir kısmı gerektiği, YÖK istediği için konuluyor. Ders her şey değil onu söylemek istiyorum. Çok önemli ama her şey değil. Ayrıca artık bu meselede kadınların farkındalığı kadar erkeklerin farkındalık geliştirilmesi, eğitilmesi çok daha önemli olmaya başladı diye düşünüyorum. Biz bia başladığından 2000 yılından 2007 yılına kadar 1500 kadar yerel gazeteci ile eğitim düzenledik. Şimdi tabii yerel gazetelerin profili çok değişti. Gazete sahipleri geliyordu, kadınlar eşleri statüsünden haber yapıyorlardı, iletişim fakültesi daha azdı.  Şimdi profil de çok değişti. 2007’ye kadar bu konularda eğitim verdik. Ne kadar bunları hayata geçirebildiler, ne kadar ayakta kalabildi bunları tam bilemiyoruz. Ama OHO eğitimleri yaptık iletişim fakültesi öğrencilerine yönelik. Şunu demek istiyorum eğitim çok önemli. Hep diyoruz ya eğitim şart, artık espri haline getirdik. Ama bunun nasıl yapıldığı daha önemli hale gelmeye başladı. Dolayısıyla burada nasıl değiştirmek istediğiniz çok daha önemli hale geliyor. Bazı öncü kurumların daha çok konuşmasına yani bunun gibi toplantılara daha çok ihtiyaç var.

 

Katılımcı: Merhaba ben Gökçe, BAU Sosyoloji öğrencisiyim. Bitirme tezimi kadın protestolarının Türk gazetelerinde görünürlüğü ve bunların nasıl işlendiğine dair yapıyorum. Sorum iki konuşmacıya. Haberlerin çoğu DHA, AA, İHA gibi ajanslardan alınma. Gazeteler haberleri kendileri yapmıyorlar. Toplamda 64 haber elde ettim ve 5 tane kendilerinin yapmış olduğu haber var. Ben nelere dikkat etmeliyim bu haberleri analiz ederken. Biraz zorlanıyorum çünkü çok yaptılar, ettiler, yürüdüler, konuşma gerçekleşti, basın açıklamasını yaptılar ve dağıldılar şeklinde. Nasıl bir yol izlemeliyim?

 

Sevda: Şu dediğin doğru. Artık öyle bir sorun var. Çok az gazeteci çalıştırılıyor ve o yüzden haber ajansı merkezli habercilik yapılıyor. Haber ajanslarının da dili çok standart elbette. Bunun kaçamak yolu, o haberi tersten okumak ve yazmak. Bia da haberleri o ajanslardan alıyor, o kadar kısıtlı kadrosu içinde. Ama onu tersinden yazıyor. Tezinde oradan bakabilirsin. Muhabir neyi yapabilirdi de yapmadı üzerinden incelemek önemli. Çünkü çoğu durumda tembelliğinden gazeteciler hak odaklı habercilik yapamıyor. Gazeteciler kızmasın bana. Daha fazla araştırması gerekiyor, biraz daha fazla google’dan araştırsa o haberi toplumsal cinsiyet perspektifli yapabilir.

 

Anna: Bir dergi olarak basın ajanslarından haber almayabiliriz. Çünkü yeteri kadar toplumsal cinsiyet bakış açısı yok oralarda deriz. Biz toplumdaki en büyük tartışmalar bakımından kenarda kalıyoruz ama Latin Amerika’da 20 yıldır galiba bir feminist basın ajansı var. Onlarda ölüm tehdidi alıyormuş. Hatta galiba cinayet bile işlendi. Ev içi aile içi şiddet konularını yazdıklarından böyle sorunlar oluyor. Bizim küçük bir dergi olmamıza rağmen uluslararası alanda da rolümüz var. Başka mecralar bunu yapamıyor. Öğrenci açısından bakıldığı zaman haberleri ele alırken sadece toplumsal cinsiyet bakış açısı eksikliği var sonucuna ulaşabilirsiniz.

 

Katılımcı: Ben Bianet’in öğrencisiyim. 80 yaşındayım. Bugüne kadar bu eğitimi gördükten sonra bir vali ya da kaymakamla röportaj yapmadım, soru sormadım. Bana diyorlar ki o kadar haber yazıyorsun muhabirlerin kimdir, vatandaş diyorum. Türkiye’de kadın erkek arasında da bir barış sağlanması lazım. Siirt’te feminist bir arkadaşımızın bize aşıladığı tutumla hep kadınların savına geldik. Kimse de bunu garip karşılamadı. Bu sene Milli Eğitim müdürü olarak emekli oldu. Ben öyle bir talep olmamasına rağmen haber yaptım. Erkek adayların sayısı 10-15’ti. Ben de 3 tane kadın aday var dedim. Kime sorsam yok dedi ama, kabul etmiyorlardı. Sonradan devlet hastanesinde baş hekim başka bir yere gidecekti. Ben de yeni başhekimin kadın olması gerektiğini yazdım.

 

Yıldız: Çok teşekkürler katkılarınız için. Arkada bir söz daha var.

 

Sevda: Ben Cumhur beye bir şey söylemek istiyorum. Ondan biz çok şey öğrendik. Şu anıyı anlatmayı çok seviyorum. Cumhur bey Türkiye’de internete geçen yerel gazetelerden bir tanesi. Daha o zaman internet medyası diye bir şey yokken, bütün sayfalarını taratıp internete koyuyordu ve oradan okunmasını sağlıyordu. Siirt gerçekliği içerisinde çok önemli şeyler yaptınız. Bizim tuzumuz varsa aşta ne mutlu bize. Sizin de bize öğrettiğiniz çok şey oldu.

 

Katılımcı: Merhaba kolay gelsin. Bir konuda konuşmak istiyorum. Bourdieu’nun Duyarlılık diye bir kitabı vardır. Çok popülerdir biliyorsunuz. Olayı tamamlayıcı bir perspektifinden ele almaktan söz eder. Aslında bu tür bilgilendirici toplantıların yanında belki erkeklere de bir şeyler yapılmalı. Daha tamamlayıcı olabilmesi açısından.

Şöyle bir şey düşünüyorum, kültürel çalışma içerisine somut örnekler koymak gerek. Somut örneklerle bağımlılık ilişkisini sorgulayacak, kadınların özgürleşmesi sürecini gösterecek, çok somut bir kamusal şey koymak gerekmez mi? Somut bir takım haber pratiği, medya metinleri üzerinden çalışma yapılabilir mi?

 

Katılımcı: Benim hem Sevda Alankuş’a hem Anna Klara Bratt’a sorum var. Sevda hocaya şunu sormak istiyorum. Siz yıllardır tez çalışmalarınızı iletişim fakültelerinde yaptınız. Sizce kadın gazeteci olmak nedir? Anna Klara Bratt’a da şunu sormak istiyorum. Kuzey Avrupa ülkesinden geliyorsunuz. Bir özgürlükler ülkesinden. Türkiye ile İsveç arasındaki toplumsal cinsiyet eşitliği meselelerindeki ana farkları nasıl görüyorsunuz?

 

Yıldız:  Arkadaşlar buranın devamında kokteyl olacak, orada daha detaylı da konuşabiliriz. Şimdi Anna’ya söz veriyorum.

 

Anna: Öncelikle beyefendinin sorusuna cevap vermek istiyorum. Daha önce yapılmamış, yeni olan şeylerden bahsettiniz ama bunu yapıyoruz zaten. Biz dünyanın ilk tamamen feministlerden oluşan dergisiyiz. Dünyada başka örnekleri var artık ama İsveç’te ilkiz ve tekiz. Me too kampanyası tamamen yepyeni bir kampanyaydı ve herkesin evine ulaştı. Yani kuzey diye tarif ettiğimiz, İngilizce konuşan ülkelerin tamamına ulaştı. Her yerden tepkiler aldı. Biz de yeniyiz ve bu fırsatı yakalamak lazım. Böyle oluşumlara yardımcı olun, destek olun. Bianet’in üzerinden çalıştığı enteresan bir konu var. Üniversite ve aktivist grup çıkışlı. Yani farklı yöntemleri birleştirerek ilerlemek. Bu da barış gazeteciliğinin bir parçası, ilk versiyonu gibi. Bu üniversitelerde ele alının bir konu ama yayılması lazım. Barışçıl bir şekilde birbirimizi yükseltmenin bir yöntemidir bu ve bu süreç ayrımcı bir ortamda mı bir odada mı olmalı bilmiyorum. Bizim büyük bir Facebook grubumuz var. Oraya çok fazla soru düşüyor. Özellikle Me Too kampanyasından sonra. İnternette şiddet önleme konulu çok fazla bilgi var.

 

Diğer cevabım ise şu şekilde. İşveç ve Türkiye’de devam eden tartışmalarda çok büyük benzerlik var. Belki bir farkı şu olabilir. İsveç’in dünyanın en iyisi olmak gibi bir iddiası ve öyle bir algılanışı var. Bence bu inanış biraz zedelendi artık. Tartışılan konular itibariyle çok büyük benzerlik var. Belki sizin biraz imaj probleminiz vardır dünyada. Kağıt üzerinde İsveç harika bir konumda gibi gözüküyor ama uygulamada çok büyük sorunlar var. İki tarafında ortak olan bir meselesi varsa o da milliyetçilik ve çok duru köktencilik. İsveç’te de öyle. Herkes için bir problem teşkil ediyor. Sadece LGBTİ’ler, siyahiler veya başka azınlık gruplar için değil, herkes için sorun teşkil ediyor. Me Too’nun yarattığı ivmeyi kullanalım derim.

Sevda: Önce Hüseyin hoca’ya cevap vereyim. Çok topyekün şeyler yapılması lazım. Bir iyi örnek vereyim. TÜSİAD galiba toplumsal cinsiyet çeşitliliği açısından, dizi ve filmlerde kadınların temsil edilme biçimlerine baktı. Sonuçları senaristler, prodüksiyon şirketleri ve medya patronlarından oluşan bir grupla paylaştılar. Oyuncular Derneği başkanı galiba Demet Akbağ. Kendisi toplantıdan sonra haklısınız aslında yapılacak ne kadar çok şey var demiş. Niçin mesela kadın şöför kullanmıyoruz, neden sadece evde gösteriyoruz? Çok basit şeylerle aslında filmlerde mevcut kalıpları aşabiliriz. Zaman da yaratıcılık zamanı. Çok ufak şeyler üzerinden yaratıcılığı kullanarak toplumsal cinsiyet üzerine düşünebiliriz.

Diğer soruya biraz cevap verdim. Türkiye’de kadın gazeteci olmak, her türlü şiddete uğrayıp bunu konuşamamak, erken yaşta işinden olmak, ilk işten atılan olmak, yaşlandığın zaman işinden olmak, ekrandan çekilmek demek, bir sürü şey demek. Ben iki şeyin altını çizmek istiyorum. Bir tanesi kadınlar konuşmuyorlar ve yazmıyorlar. Ben araştırmanın parçası olarak çok az kadın gazeteci ile görüştüm. Bana söyledikleri şeyleri yazacak mısınız dedim ama yazacağım demediler ve söyledikleri şeyler çok çarpıcı şeyler. İkincisi de Türkiye’de kadın gazeteci örgütü yok, örgütlü değiller. Diyeceksiniz ki sendikalar, meslek örgütleri ne kadar güçlü. Bu bir sorun elbette. Kadın gazeteciler kendi hakları ile ilgili örgütlenmeye gelince genel bir örgütsüzlük söz konusu oluyor.

 

Yıldız: Çok teşekkür ediyoruz herkese. Kısa bir örnekle kapatayım. Bir dönem Türkiye’de kadınların zorla evlendirilmesi ve intiharları ile ilgili birçok haber yapıldı. Hatta toplumsal cinsiyet perspektifi ile yapıldılar. Ama o haberlerin hiçbirinde o kadınların büyük bir kısmının cinsel yönelimleri lezbiyen ya da biseksüel sayıldığı için evlendirildiği bilgisi yer almamıştı. Biraz aslında toplumsal cinsiyet perspektifi biraz görünenin de bir tık ötesine geçmek, cinsel yönelim cinsiyet kimliği meselelerine hep beraber bakabilmemizle ve araştırmamız, gerçekten araştırmacı gazetecilik yapabilmemizle mümkün diye düşünüyorum.

Dinlediğiniz için hepinize çok teşekkür ediyoruz.