Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin düzenlediği “Toplumsal Cinsiyet ve Mekân İlişkilerine Yakından Bakmak” konferansında, toplumsal cinsiyetin mekân üzerinden nasıl şekillendiğini ve farklı mekânlarda farklı cinsiyetlerin nasıl barındığı ve ifade edildiği üzerine araştırmalar paylaşıldı.
Konferansın dün gerçekleşen ikinci oturumunda İngiltere Leicester Üniversitesi’nden araştırmacı Bahar Sakızlıoğlu “Cinsiyetlendirilmiş Mülksüzleştirme: Tarlabaşı’nda Yaşayan ve Çalışan Kadınların Soylulaştırma Deneyimleri”ni, araştırmacı Ezgi Yılmaz “Queer Mekân Olarak Maçka Demokrasi Parkı”nı, Zeynep Merve Uygun da “Türkiye’nin Kadınlara Özel ‘Helal’ Tatil Mekânları”nı anlattı.
“Kentsel dönüşüm sokağın kolektif yapısını yok ediyor”
Sakızlıoğlu, 2005’ten beri Tarlabaşı’daki kentsel dönüşümün toplumsal cinsiyet üzerindeki etkisini araştırıyor.
Araştırmasının çıkış noktasının “Kentsel dönüşüm kadınlar için özgürleştirici midir değil midir?” sorusu olduğunu belirten Sakızlıoğlu, kentsel dönüşümün daha çok orta ve üst sınıf bağlamında ele alındığını ancak kentsel dönüşümün en çok alt sınıf kadınları etkilediğini ifade etti.
Sakızlıoğlu, Tarlabaşı’nı araştırırken kadınların günlük deneyimini belgelediğini, “insanların kendi hayatlarını anlatmaktan yorulduğunu” ve “ne yapıyorsun zaten yıkıldı bitti” gibi tepkilerle karşılaştığını aktardı.
Araştırmasını Tarlabaşı üzerinden gerçekleştirmesinin nedenlerinden birini şöyle ifade etti: “Normların baskın olduğu bir mahalle ama yine de transların ve seks işçilerinin ucuza barınabildiği bir yer. İkisi arasında hassas bir denge söz konusu.”
Tarlabaşı’nda ev hayatının kadınlar arası kolektif bir şekilde yürütüldüğünü belirten Sakızlıoğlu şöyle konuştu:
“Kadınlar sokağı çamaşır yıkamak, çocuk bakmak, yemek yemek için kullanıyor. Sokaklar misafirin ağırlandığı oturma odası olarak kullanılıyor. Kadınların boncuk dizdiği, tütün sardığı açık hava fabrikaları sokaklar. Kentsel dönüşümle bu içtenlik ve kolektif yapı yok oluyor. Kadınların duygusal ve materyal emeği yok oluyor. Kadınlar kendilerini artık mahalleye ait hissetmiyor; yer değiştirme isteği doğuyor.
“En başından beri yerlerinden edinmiş insanların mekânı olan Tarlabaşı’ndaki mekân ruhunun ve aidiyetinin yok olması olarak özetlenebilecek bu durumun nedenleri üst sınıfların gelmesiyle artan sosyal eşitsizlik, sokaklardaki güvensizlik, alt sınıfların artık barınamayıp taşınmak zorunda kalması ve bunun sonucunda birbirini tanıyan insanların yok olmasıyla sokağın kaybolan samimiyeti ve toplu yaşam hissiyatı.”
Kentsel dönüşümün birçok sokağın caddeyle bağlantısını kestiğini ve bu nedenle suç işleme oranının arttığını ve sokakların bakımsızlaştığını vurgulayan Sakızlıoğlu, kadınların deneyiminden şu sonuca vardığını belirtiyor: “Sokakların güvensizleşmesi, ev içindeki dengeyi kadının aleyhine çeviriyor. Kadın işe giderken erkek bir refakatçiyle gitmek zorunda kalıyor; kadının, erkeğin gündelik hayatına ayak uydurması gerekiyor.”
Özellikle yıkım alanlarına yakın yerlerde, çocuk istismarı ve çocukların uyuşturucu kullanımının arttığını söyleyen Sakızlıoğlu, okulların da yatırımsızlaştığını ve bu nedenle alt sınıftan kadınların, çocuklarını Cihangir ve Beyoğlu gibi soylulaşan semtlerdeki okullara yazdırdığını belirtiyor.
“Kentsel dönüşümle erillik tekrardan inşa ediliyor”
Sakızlıoğlu, bir Özbek kadının, çocuğunu okula yollarken Türkçe bilmediğini belli etmemeye çalıştığını ve göçmen kadınların “kibar davranmaya” ve “soylulaşmaya” çalıştığını ve sosyal alanlarının daraldığını belirtiyor. Suriyelilerin Tarlabaşı’na yerleşmesiyle Kürt erkeklerin Suriyelilerin çokeşliliğini Kürt kadınlar üzerinde bir baskı yöntemi ve “disiplin aracı” olarak kullandığını belirten Sakızlıoğlu konuşmasının sonunda “kentsel dönüşümle erillik tekrardan inşa ediliyor” ifadelerini kullandı.
bianet’e konuşan Sakızlıoğlu, Tarlabaşı’nda yaşanan kentsel dönüşümün Amsterdam’da da gerçekleştiğini su sözlerle ifade etti: “Amsterdam daha feminenleşiyor çünkü dönüşümle beraber üst sınıf kadının yerleşmesiyle alt sınıf erkek temizleniyor. Ancak Tarlabaşı’nda bu durumun tam tersi oluyor; Tarlabaşı erilleşiyor.”
“Mimaride 183 cm boyunda erkek baz alınıyor”
Tasarımın o mekânın kültürel işlevini de belirlediğini söyleyen Ezgi Yılmaz konuşmasına mimarlık okurken ki deneyimlerinden bahsederek başladı.
“Mimarlık, sosyal bilimleri epey geriden takip ediyor. Şu an mimarlık fakültelerinde okutulan temel kitap 1930’larda yazıldı. Kitapta 183 cm boyundaki erkek bedenini baz alınıyor. O beden ne kadar yükseklikte oturuyorsa sandalye ona göre tasarlanıyor; kollarını açtığında ne kadar yer ediyorsa mekânlar da ona göre tasarlanıyor. Kitapta kadınlara da yer veriliyor ama sadece banyo ve mutfak tasarımında.
“Standart bedenler ve standart cinsiyet üzerinden standart mekânlar oluşturuluyor.”
“Maçka Parkı mekan işlevi açısından daha az kontrolcü”
Yılmaz, araştırmasında “Maçka Demokrasi Parkı’nı normatif olmayan, kuir ve içinde çokluk barındıran bir mekân oluşu üzerinden inceliyor.
Yılmaz, Maçka Demokrasi Parkı’nın şehrin merkezindeki en yeşil mekan olmasının da etkisiyle başka bir yerde karşılaşması düşük ihtimalli farklı kesimlerden insanların buluşma noktası olduğunu belirtiyor. Sosyal medya hesapları üzerinden parkı kullananların aktivitelerini belgeleyen Yılmaz, “parkta cinsellik yaşanıyor, spor yapılıyor, uyuyanlar veya içki içenler oluyor; yaşlı ve genç herkes bulunuyor” ifadelerini kullandı.
Yılmaz, Maçka Parkı’ndaki taşlı yolların az oluşu sayesinde kişilerin rotalarını kendi çizebilme özgürlüğüne sahip olduğunu ancak Abbasağa Parkı’nda bu durumun mevcut olmadığını belirtti: “Abbasağa Parkı’nda herkes amfiye ya da banklara oturur. Ancak Maçka Demokrasi Parkı mekan işlevi açısından daha az kontrolcü.”
Deniz hamamlarından kadınlara özel “helal” tatil mekanları
* Kadınlar ve erkekler için ayrı deniz hamamı
Zeynep Merve Uygun konuşmasına Osmanlı’daki deniz hamamlarından bahsederek giriş yaptı:
“Osmanlı’da 70’ten fazla deniz hamamı varmış, etrafı ahşap duvarlarla çevrili, alt tarafı denizle temas halinde, kadınlarla erkeklerin ayrı yerlerde birbirlerini görmeden denize girmelerini sağlayan bir yapı.” Osmanlı, deniz hamamlarıyla ilgili yayımladığı nizamnamede, kadınlarla erkeklerin yüzdüğü bölge arasında en az 100 metre bulunması ve kadınların peştamalla denize girmesi gerektiği belirtmiş.
Uygun, deniz hamamlarının ilk başlarda daha çok azınlık kadınlar tarafından kullanıldığını belirtti. “Karışık plajlara geçiş, rivayete göre Atatürk’ün Büyükdere Beyaz Park Plajı’ndaki kadın erkek deniz hamamını görüp Florya’da denize girmesi ve halkın bundan etkilenmesiyle başlıyor. 1935’te ilk kadın-erkek ortak plajı açılıyor” diyen Uygun, araştırması esnasında karşısına çıkan bir detayı vurguladı:
“1921’de Bolşevik İhtilali’nden kaçarak Türkiye’ye gelen Ruslar ve 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de kalan İngiliz askerleri açmış ilk plajı.”
“Sadece baş örtülü kadınlar gitmiyor”
Özel helal tatil köylerini kullanan kadınlarla röportaj yapan Uygun, kadınlardan sadece birinin haşemayla denize girmeyi sevdiğini, kadınların çoğununsa “Su tenime değsin, suyu tenimde hissetmek istiyorum” dediğini söyledi.
Kadın plajlarının, kadınlar arası sosyalleşmeyi ve dayanışmayı sağladığını; Esenköy’deki kadın plajına farklı kesimlerden, günde bin kadının gittiğini belirtti.