26 Kasım’da, 26 günlük Olay TV, siyasi baskılara dayanamadığı için kapatıldı. Kanalın genel yayın yönetmeni Süleyman Sarılar, kanalın patronu Cavit Çağlar’ın “İktidarın büyük baskısı altındayım, devam edemeyeceğim” dediğini aktardı. Cavit Çağlar ise yaptığı yazılı açıklamada HDP eğilimli yayınlara ağırlık verilmesinin kendisini rahatsız ettiğini söyledi ve bu yüzden kanalı kapattığını açıkladı.
Bu durum, medyanın neden bağımsız ve özgür olması gerektiğinin somut bir fotoğrafı oldu. Bağımsız medya olmayınca, son söz de haliyle “patronların” oluyor. Büyük bir iddiayla yola çıkan, ulusal ölçekte bir televizyon kanalı bile sadece 26 gün dayanabiliyorsa, yerel medyada durum nasıl olur varın siz tahlil edin.
Özellikle Olağanüstü Hal ile hayatımıza giren KHK’lardan sonra bölgedeki birçok yerel gazete, radyo, televizyon ve internet sitesi kapatıldı. Sadece Diyarbakır’da bini aşkın gazeteci işsiz kaldı, açık kalabilenler yerel medyada suya sabuna dokunmayan işler ile günü kurtarmaya çalışıyor.
Diyarbakır’ın dokuzu merkezde, 16 yerel gazetesi, hâlihazırda karasal yayın yapan iki yerel televizyonu ve yedi radyosu bulunuyor. Sadece Diyarbakır’da çoğu tabelada kalsa da 17 gazeteci derneği var.
Medya Araştırma Derneği’nin (MEDAR) ‘Yerel Medyada Kadın Gazeteci Olmak’ başlığıyla toplumsal cinsiyet ekseninde kadın gazetecilerin karşılaştıkları sorunları ele alan ve Dilek İçten ile Yunus Erduran tarafından kaleme alınan araştırmasında, kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliğini en çok deneyimlediği sektörlerden birinin medya olduğu” tespitine yer veriliyor.
Yine aynı araştırmada TÜİK’in 2016 verilerine göre Türkiye’de yazılı basında çalışan 40.586 personelin 15.704’ü kadın çalışanlardan oluştuğu bilgisine yer verilmiş.
Basın İlan Kurumu’nun (BİK) 2020 verilerine göreyse yazılı basında çalışan toplam “7.204 fikir işçisinin yalnızca 2.341’i kadın.”
Araştırmada, yazılı, görsel ve dijital medyada Türkiye’deki gazetecilerin sadece %17’sinin kadın olduğu; kadın çalışanların oranının yazılı medyada %20, televizyon yayıncılığında ise %16 ile sınırlı kaldığı kaydedilmiş.
Bu rakamlar da gösteriyor ki, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, ulusal medyada olduğu gibi yerel medyada da öne çıkıyor.
Diyarbakır’da yayınlanan gazetelerin çoğu, ya kentteki zengin iş insanları, müteahhitler tarafından finanse ediliyor, ya da birkaç ortakla kurulmuş, resmi ilanlar ile ayakta kalmaya çalışanlardan oluşuyor. Hal böyle olunca, günü kotaran, göze batmayan, ajanslardan alınan haberlerle yayıncılık yapan bir yerel medyadan söz edebiliriz. Özellikle OHAL’den sonra artan kapatılma korkusu, gazeteleri suya sabuna dokunmayan konuları işlemeye zorluyor. Yani bir bakıma Basın İlan Kurumu ya da kamu otoritelerini rahatsız etmeyecek, göze batmayacak her şey haber olabilirken, kenti ilgilendiren çok önemli siyasi bir gelişme sayfalarda yer bulamayabiliyor. Ekonomik kaygılar önceliğe konulunca, yerel basında medya etiğini gözetmek konusu ise daha çok arka planda kalıyor.
Bu konuyu daha iyi aktarabilmek için şahit olduğum örnek olaylar üzerinden ele almak istiyorum:
2014 yılında, Diyarbakır’da bir yerel gazetede, tarihi On Gözlü Köprü altında birbirine sarılmış iki gencin fotoğrafını “ahlaksızlıkla” nitelendirilen kısa bir haber dikkatimi çekmişti. Birinci sayfada yer aldığına göre önemli olmalıydı diye dikkatle inceledim. Fotoğrafı çeken ve haberleştiren gazeteci, uluslararası fotoğraf ajanslarına haber geçen deneyimli bir isimdi. Yani üç aşağı, beş yukarı o kişi, mesleğin “etik” kurallarından habersiz biri sayılmazdı. Gazetecinin yaşadığı topluma karşı sorumlu olduğu ve bu bilinçle hareket etmesi gerektiğini biliyor olmalıydı. Buna rağmen, zoom’la çektiği anlaşılan bir fotoğraf ile iki genci “ahlaksız” ilan etmiş, fotoğraftan yola çıkarak, kafasına, dünya görüşüne göre bir hikâye uydurarak gazetenin birinci sayfasına basma hakkını “gazeteci kimliğiyle” kendinde görebilmişti.
İşin vahim tarafı, muhabire o fotoğrafının haber niteliği taşımadığını, gazetecinin haberi ya da fotoğrafıyla manipülasyon yaratma hakkının olmadığını, birilerini hedef gösteremeyeceğini, haberiyle insanların hayatını ve güvenliğini tehlikeye atamayacağını, kaba deyimle “işinin tetikçilik olmadığını” hatırlatacak ve onu uyaracak bir yayın kurulu da olmadığı için o iki gencin özel yaşamı gazetenin birinci sayfasında bu şekilde ifşa edilebiliyordu.
Oysa bir gazetecinin önceliğinin halkı doğru şekilde bilgilendirmek olduğunu, yalan, yanlış, eksik bilgilerle toplumu yönlendiremeyeceğini biliyor olmalıydı. Bu hassasiyetleri gözeten bir yazı işleri olsaydı, o fotoğraf değil gazetenin birinci sayfasında, hiçbir köşesinde yer bulamazdı.
Benim tesadüfen gördüğüm haberi, o genç kadının ailesi görmemiştir diye ummuştum. Haberi yapan gazeteciyi arayıp yaptığı haberin gazetecilik etiği ile bağdaşmadığını söyleyerek eleştirmiştim. O fotoğraf, aktif muhabirlik yapmadan yıllar önce, hangi iş kolu olursa olsun, meslek etiğinin ne kadar hayat kurtarıcı olabileceğine şahit olduğum bir olayı hatırlamıştı.
2010 yılında, Diyarbakır’da, özel bir hastanede kadın hastalıkları polikliniğinde sıra beklerken, bir anneyle kızı dikkatimi çekmişti. Üzerinde ev kıyafetleri, bol eteği ve hırkasıyla karnını gizlemeye çalışmasından hamile olduğu anlamıştım. Annenin yüzünde kızgınlık, endişe, öfke ve hayal kırıklığı, korkuyla karışık bir ifade vardı. Kaşlarını çatmış, kızına sert bir ifadeyle bakarken, genç kadın ise biraz sonra annesinin öğrenmesini istemediği gerçeklerin açığa çıkacağından duyduğu korku ve endişeyle onun öfkeli bakışlarından kaçmak istercesine olduğu yerde büzülüp kalmıştı. Damarındaki tüm kan çekilmiş gibi beti, benzi solmuştu. Bir süre hem ayakta bekleyen anneyi, hem de oturduğu yerden kapı her açıldığında irkilerek bakan genç kadını izlemiş, o halini görünce onun için endişelenmeye başlamıştım. Merakımı yenemeyerek anneye yanaşmış, kızının rahatsızlığını sormuş, sert ve soğuk bir tonla “Rahminde ur var” yanıtını vererek, yüzüme bile bakmadan kestirme yanıtla beni başından savmıştı.
Sıraları gelince, anne de kızıyla içeriye girmiş ama hemen sonra doktor “sadece hasta kalabilir” diyerek onu odadan çıkarmıştı. Dudağında gevelediği sözleri anlamasam da, genç kadını nasıl bir son beklediği konusunda endişem artmış, ne olacağını merakla izlemeye devam etmiştim. Kızının çıkmasını beklerken, biraz sonra annenin yanına bir polis gelmiş, ondan odasına kadar gelmesini rica etmişti. Kadın şaşkın gözlerle ne olduğunu anlamadan polisle beraber gitmiş, hemen akabinde doktorun odasına gelen hastane yöneticileri de, kızını alarak onu hastaneden çıkarmışlardı. Tüm bunlar yaklaşık yarım saatte yaşanmıştı. Ortada genç kadının korunmasını gerektiren bir durum olduğu aşikârdı. Sıram geldiğinde, doktor tanıdık olduğu için hastanın durumuyla ilgili sorduğum sorulara sınırlı da olsa yanıt alabilmiştim. Durum tam da tahmin ettiğim gibiydi, genç kadın hamile kalmış ve annesi durumdan şüphelendiği için doktora getirmişti.
“Meslek etiğini” hatırlatan doktor, açıklama yaparak istemese de, haber yapmamam koşuluyla ne olduğunu kısaca anlatmıştı. Anne ve kızı odaya girdiğinde, annenin hamilelik durumunu teyit etmek için onu hastaneye getirdiğini anladığını, bunu fark edince de anneyi uzaklaştırmak ve kızının güvenliğini sağlamak için kırmızı kodla polise haber verdiğini söylemişti. Genç kadını aileye teslim etmesinin yaratacağı ailevi ve toplumsal sorunları hesaba katan doktor, anneye fark ettirmeden, onun koruma altına alınmasını sağlamıştı.
Meslek etiğine ve hasta hakkına saygı duyan hekim, hamile kalan hastasının güvenliğini sağlamış, belki de hayatını kurtarmıştı. Elimde tuttuğum gazetede haberi yapan muhabir ise gizlice çektiği bir fotoğrafta gençleri ahlaksızlıkla etiketlemiş, bunu birinci sayfada basabilme cüretini bulabilmişti. Gazeteci, bu haberle gazetecilik mesleğinin etik kuralları çiğnenmiş, iki insanı hedef göstermiş ve belki de onları tehlikeye atmıştı.
Yerel medyada buna benzer birçok sorunlu habercilik örneği ile karşılaşmak mümkün maalesef. Özellikle de kadın ve çocuk hakları konusunda bu sorunlar daha çok öne çıkıyor. Taciz veya tecavüz haberlerindeki eril dil olabildiğince yaygın bir şekilde kullanılabiliyor. Birkaç yıl önce, Diyarbakır’ın bir ilçesinde yaşanan cinsel taciz olayı ve haberin medyada yer almasıyla ilgili bir örneğine de burada yer vermek istiyorum.
Üç yıldır devam eden bir istismar davasındaki dosyada basın yasağı kaldırılınca, mağdur tarafın avukatları, karar duruşmasından önce kamuoyu oluşturmak için davadaki tüm belgeleri ve iddianame dosyasını gazetecilere verdi ama mağdur çocuk yaşadığı travmalar nedeniyle iki defa intihara teşebbüs etmişti. Avukatlar çocuğu güvenli bir yere alıncaya kadar haberin yapılmamasını rica ettiler. Elbette ki herhangi bir kurum ya da kişi, gazeteciye işini ne zaman ve nasıl yapması gerektiği konusunda talimat veremez ya da yönlendirmede bulunamaz ama böylesi hassas konularda duyarlı olmak ve bu tür insani talepleri ciddiye almak, ona göre davranmak, mağduru daha fazla mağdur etmemek adına çok önemli. Bu olayda haberin hemen yapılmayacak olması da kamuoyunun doğru haber alma hakkını gasp etmiş sayılmayacaktı. Sadece çocuk zarar görmesin, onun yüksek yararı için haberi bir süre bekletecektik. Çalıştığım kuruma durumu aktarmış ve bir süre beklememiz gerektiğini ifade etmiştim. Yayın kurulu da bu konuda gerekli hassasiyeti göstermişti. Benim gibi haberini bekleten birkaç muhabir daha vardı ama aynı dosyayı çalışan bir başka muhabir, çalıştığı ajansa haberi servis etmiş, ajans da, muhabirin uyarısını dikkate almadan, avukatlardan gelecek yanıtı beklemeden servis edilen haberi, çocuk güvenli bir yere alınmadan yayınlamıştı. Bir haberi ilk yapan gazeteci olmak, meslekte önemli bir kriter ama böylesi hassas konularda dikkatli davranmak ve işi aceleye getirmemek gerekiyor. Gazetecilik heyecanı ve meslektaşlarına haber atlatmak isteyen muhabir arkadaşımızın bu yaklaşımı anlaşılır bir durum olsa bile haberin çocuğu nasıl etkileyebileceğinin hesaplanmadığı anlaşılıyordu. Üstelik haberin dili de sorunluydu ve hassasiyetler gözetilmeksizin, mağdur çocuğun savcılıkta verdiği ifadelere detaylı şekilde yer verilmişti. Kimi yerlerde çocuğun kaç defa istismar edildiği, bunun yarattığı fiziki tahribatlar da detaylı şekilde yazılmıştı.
Haber yayınladığı sırada, avukatlar, çocuğun güvenliğinin tehlikeye düştüğünü söyleyerek, haberin geri çekilmesini istemişti, muhabir de bunun için çabalamış ama haber kurumu ajans olduğu için geri çekmek ya da merkezi bu konuda ikna etmek mümkün olmamıştı. Daha güvenli bir yere alınmadan, nerde kaldığı sanıkların yakınları tarafından öğrenilince, mağdur çocuk haberden sonra tehdit edilmiş ve davadan vazgeçmesi için ailesine de baskı yapılmıştı. İstismara maruz kaldığında 13 yaşında olan mağdur çocuk artık 17 yaşındaydı ve yaşadığı travmanın etkisi hala devam ediyordu.
Haberin yayınlanmasından sonra ailenin avukatlarının bağlı olduğu kadın merkezi tarafından, çocuğun başına bir şey gelmesi halinde muhabirin ve haberi yapan kurumun sorumlu olduğu yönünde açıklama yapılmıştı. Kentteki gazeteci cemiyeti de açıklamada muhabirin hedef alındığını savunmuş ve kadın merkezine karşı bir açıklama yayınlamıştı. Bir taraf çocuğun hakkının ihlal edildiğini söylerken diğer taraf muhabirin kimseden talimat alamayacağını ve bunun basın özgürlüğünün ihlali olduğunu söyledi. Karşılıklı bir gerginlik oluşmuştu.
Haberin yayınlanmasından kısa bir süre sonra, avukatların anlatımına göre mağdur çocuk, yeni bir intihar teşebbüsünde bulunmuş ve günlerce hastanede tedavi edilmişti.
Halkın haber alma hakkı ve basın özgürlüğü elbette ki vazgeçilmez haklar olmalı ama bu örnekte de görüldüğü üzere haberini yapacağımız konuların ve kişilerin hassasiyetleri de göz ardı edilmemeli. Çocuğun üstün yararını gözetmek için toplumun bilme hakkı birkaç gün ertelenmiş olsaydı, çocuk yeni bir travma yaşamak zorunda kalmayacaktı belki.
Gazetecilikte etik meselesi vicdani sorumlulukla sınırlı olduğu için hem yerel hem de ulusal medyada sorunlu birçok haber örneğiyle karşılaşabiliyoruz. Kadın ve çocukların mağdur olduğu durumlarda haberi yazan muhabirin cinsiyeti ve yargıları da habere sızabiliyor. Haberi yazan kalemin cinsiyetini, konuya bakış açısını ve yargılarını da satır aralarında görebilmek mümkün oluyor. Yerel medyada kadın gazeteci sayısının az olmasını da, bu üslubun ve yaklaşımın yaygın şekilde sürmesinin nedenlerinden sayabiliriz.
Kadın gazetecilerin istihdamına yönelik bu cinsiyet ayrımcılığının yerel medyada da yaygın olduğunu” tespitine yer veren ‘Yerel Medyada Kadın Gazeteci Olmak’ başlıklı araştırmada çoğu kadın gazetecinin deneyimlerine göre, yerel medyada işverenlerin kadın gazetecilerin işe alırken, genellikle kadına atfedilen toplumsal cinsiyet rolüyle ilişkili mesleki dezavantajlara odaklandığını ve işe alım kararlarını bu doğrultuda verdiklerini kaydetmiş.
“İşverenlerin yerel medyada kadın gazetecileri işe almama sebepleri arasında ‘Evlenir, çocuk sahibi olur çalışamaz’, ‘Geç saate kadar mesaiye kalamaz’, ‘Sahada her yere habere gidemez’ vb. sebepler ön plana çıkıyor.”
Böylesi kemikleşmiş yaklaşım ve anlayışların değişmesi kolay değil elbette, ama işbirliği ve eğitim ile bazı şeyler düzeltilebilir. Mesela Diyarbakır’da sadece kadın gazetecilerin çalıştığı ve toplumsal cinsiyet eksenli haberler yapan bir kadın haber ajansının olması, bu tür kalıpların değişmesinde çok etkili oldu. Görüntüdeki erkek hâkimiyeti, bu sayede yavaş yavaş kırılmaya başladı.
Ama yerel gazete ve televizyonların çoğunda kadın muhabiri bir yana bırakın, neredeyse kadın çalışan bulmak bile çok zor. Bunun için meslek örgütlerine büyük iş düşüyor. Sendika, cemiyet, dernek gibi meslek örgütleri, imkanları ölçüsünde branş ve görev ayırmaksızın tüm yerel basın çalışanlarına medyada etik, hak odaklı gazetecilik ile ilgili periyodik eğitimler düzenleyebilmeli, bunun için kentteki baronun yanı sıra insan hakları, çocuk hakları alanlarında faaliyet gösteren dernek ya da sivil kurumlarla işbirliği yapabilmeli. Tüm yerel basın için kadın kotası uygulaması tavsiye edilmeli ve gazete ya da yayınlarda kadın ve çocuk haklarıyla ilgili haberlere ağırlık verilmeli. Mümkünse kadın ve çocuklarla ilgili haberlere kadın muhabirler tercih edilmeli ya da editöryel süreçte habere kadın eli değmeli. Tabi bütün haberlerde olduğu gibi, bu tür haberler için cinsiyet ayrımı yapılmaksızın muhabirlere hak odaklı habercilik ve toplumsal cinsiyet eğitimleri verilmeli, işe yeni başlayan bütün muhabirler için benzer eğitimler zorunlu hale getirilmeli.