Dılşa ve Deniz’le buluşup, LGBTİ hareketinde kadın görünürlüğünü ve 26. Onur Haftası Komitesi’nden ayrılışlarını konuştuk.
26. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın başlamasına 10 gün kala, LGBTİ aktivistleri Dılşa Ritsa Eşli ve Deniz Gedizlioğlu, Onur Haftası Komitesi’nden ayrıldıklarını açıkladı.
Ayrılıklarıyla ilgili yaptıkları açıklamada “İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası hepimizin. Peki hepimize sahip çıkıyor mu gerçekten?” diyen iki kadın, LGBTİ+ hareketinin cinsiyetsizlik politikasının, kadınların toplumsal konumundan kaynaklanan sıkıntılarını geçersiz kılacak bir araca dönüştüğünü söylerken, Onur Haftası Komitesi’nin kadın düşmanlığını ve lezfobiyi sistematik olarak besleyen bir yer haline geldiğini savundu.
TIKLAYIN- “Biz lezbiyen kadınlar Onur Haftası Komitesi’nden ayrılıyoruz”
Kadınların ayrılığından bir hafta sonra da 26. Onur Haftası Komitesi bir açıklama yayınlayarak “Lezbiyen kadın görünmezliği ve cis-erkeklerin çoğunluk oluşuyla ilgili Onur Haftası’nın kendini geliştirmesi gerektiğinin farkındayız” dedi, bunun yanısıra Komite’den ayrılan iki kadının sözel şiddet ve transfobi uyguladıklarını söyleyerek özeleştiri vermeleri gerektiğini savundu.
TIKLAYIN – Onur Haftası Komitesi’nin iki lezbiyen aktivistin ayrılmasıyla ilgili açıklaması
Dılşa ve Deniz’le buluşup, LGBTİ hareketinde kadın görünürlüğünü ve Komite’den ayrılışlarını konuştuk.
Sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada LGBTİ hareketi içinde erkek eşcinsellerin daha görünür olduğu çok konuşulan bir şeydir. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Deniz – Dılşa: Evet, böyle bir şey var.
Sizce erkek eşcinseller bu tespite katılıyor mu, ya da bu konu LGBTİ hareketinde nasıl ele alınıyor?
Deniz: Çoğunluğu katılıyordur diye düşünüyorum ama Türkiye’de çok tartışıldığını düşünmüyorum açıkçası. Şimdi hareket içinde bir süredir devam eden bir cinsiyetsizlik politikası var. Bu bir politika değil aslında; insanların kendini ait hissettiği kimliği sahiplenmesi. Ama bu başka noktalara gidebiliyor. Örneğin yaygın bir sorunu tartışmaya çalıştığımızda, karşımızdaki kişi “Sen bana geylik atayamazsın, ben gey değilim” diyor ve diğer sorunu tartışmaya bile geçemiyoruz.
Dılşa: Belki LezBiFem aktifken biraz tartışılıyordu, büyük bir görünürlük olmuştu onların katkısıyla.
Deniz: LezBiFem bu konuda büyük bir atılım yapmıştı. O zaman da büyük tartışmalar dönmüştü. O dönem, Komite tartışmalarında “bu kadın düşmanlığı oluyor” denildiğinde, insanlar ciddiye alırdı. Ama bu zamana kadar gördüğüm kayıtlarda da, LGBT olarak başlayan ve şu an LGBTİ+ olarak örgütlenen harekette, “lezbiyenler azdı”, “lezbiyenler gelmiyordu” gibi tespitler hep yapılmış ama orada kalmış.
Peki bu erkek egemenliği neden kaynaklanıyor? Ya da söylediğine referansla sorayım, lezbiyenler neden gelmiyor?
Deniz: Örgütlenmek sadece birbiriyle dayanışmak olmuyor, örgütlü bir hareket olduğun ve söylem geliştirmeye başladığında, bunun bir de vitrini oluyor. Bu vitrin de hızlı bir şekilde, toplumda ne makbulse, onunla dolmaya başlar. 90’larda Lubunya Olmak kitabında okumuştum; İstanbul’da ilk defa Onur Yürüyüşü örgütleneceği zaman, trans kadın arkadaşları alıp almamak üzere bir tartışma yürütülmüş, ki bu tartışma bile başlı başına çok çirkin, sonunda da almamaya karar vermişler. O zaman onlar toplumda HIV ile, seks işçiliği ile özdeşleşiyormuş ve onların vermek istediği görüntü bu değilmiş. Yürüyüşün örgütlenmesi için Almanya’dan gelinip çalışılıyor ve bağlantılar kurmak için zengin geylerin gittiği bir gece kulübüne gidiliyor. İnsanlar ayrıcalıklı olduğu müddetçe, iyi görünmeyi istemişler. Lezbiyenler için böyle bir karar çıkmamış, zaten azlarmış.
Dılşa: Şimdi de lezbiyenler az. Biraz şöyle hissediyorum; alan açılmıyor, gidip o alanı alman gerekiyor. Ben biraz yorulduğumu hissediyorum. Bu böyle olmamalı, ataerkil bir dünyada böyle bir örgütlenme içinde kendimize alan açmak için sürekli mücadele etmemiz mi gerekiyor? Bunun dayanışma içinde kendiliğinden gelişmesi gerekiyor.
Sizin Onur Haftası Komitesi’nden ayrılma süreciniz nasıl gelişti?
Dılşa: Yayınladığımız metinde özetle anlattık ama anlatmadığımız bir sürü örnek var. Mesela Onur Haftası’yla ilgili güvenlik meselesinden bahsederken, Komite’den bir arkadaşın dönüp “Şu an annelik yapıyorsun” demesi… Bunu ben bir kadın olarak söylediğim için “annelik” yapıyor oluyorum. Ya da parti sırasında kapıda “arkadaşlar burası çok doldu, inecekseniz inin, yukarı çıkacaksınız çıkın” dediğimde, arkamdan “Ay, gergin lezbiyen” diye dalga geçilmesi gibi… Tüm bu olaylar birleştiğinde, Onur Haftası’nda bir kadın düşmanlığı, bir lezbifobi dönüyor ve bunu artık yazmamız gerektiğini düşündük. Amaç, o toplantıda birilerine sinirlenip de olay yaratarak çıkmak değil; anlatmaya çalıştığımız şu: biz artık burada var olamıyoruz. Onur Haftası bu şekilde sürüp giderse, bir şeylerin sürekli üzeri kapanacak.
Deniz: Ben de şu anekdotu anlatmak istiyorum: Bir toplantıda “Bir lezbiyen olarak ben sizlerin yaşamadığı bazı sıkıntılar yaşıyorum ve bunları dile getirmek istiyorum” dediğimde, biri bana dedi ki “Benim lezbiyen deneyimden geçmediğimi nereden biliyorsun?” Politik olarak, insanın deneyimini, sıkıntılarını da geçersiz kılan zeminler yarattık. Bu şekilde bir yere varamıyoruz. İyi niyetli olsa, ne biliyorsun diyeceğine beni düzeltirsin, ben de özür dilerim. Bu tavır ise “yanlış yaptın ve bu harekette senin konuşma ehliyetin yok” gibi bir anlama çıkıyor. Toplumda çoğumuz hetero sayılıyoruz ve bu durumda öfkelendiğimiz şey, heteroseksizmin ağırlığı oluyor. LGBTİ+ hareketinde ise biri “Gey dominasyonu var ve hepimiz gey sayılıyoruz” denildiğinde, kızılan neden lezbiyen, biseksüel kadınlar oluyor? Zaten azınlıkta olan, domine etmeyen bir grup nasıl bunun faili olabilir? Nasıl hetero topluluğuna bir eleştiri yöneltiliyorsa, gey topluluğuna da dönülüp bir bakılması lazım. Bizim kadın olarak ciddiye alınmadığımızı hissettiğimizi söylediğimizde sorun çıkması, ikiyüzlü bir tavır.
TIKLAYIN – 26. Onur Haftası Komitesi ile Söyleşi: “LGBTİ’ler Taksim’e Çağırıyor: Bakarsınız Yürürüz”
Ayrılık metninizi yayınladıktan sonra neler oldu?
Dılşa: Genel olarak destek aldık. Zaten bu bir problemdi ve artık birilerinin bunu söylemesi gerekiyordu, gibi geri dönüşler çok aldık. Komitenin kendi açıklaması bana bizim dediğimizin hiçbir şekilde anlaşılmadığını veya bizi anlamaya çalışmadıklarını gösteriyor. Açıklama sanki biz sadece bir olaya sinirlenmişiz ve çıkmışız gibi yazılmış ama bizim derdimiz çok genel bir dert. Komitedeki ve hatta genel olarak hareketteki bir sorundan bahsediyoruz. Beni hiçbir şekilde tatmin etmeyen bir açıklama oldu ve öz eleştiri talebimizin hiçbir karşılığı yok. Bu şekilde komiteyle nasıl bir iletişim sürdürebileceğimiz bir soru işareti.
Deniz: Onur Haftası Komitesi’nin yayınladığı metin, bizim iki tane lezbiyenden ibaret olduğumuzu vurgulamak ve harekette kadın düşmanlığı diye bir şey olduğunu kabul etseler de Onur Haftası’nda bizim karakter bozukluğumuz yüzünden bunların yaşandığını kanıtlamak üzerine kurulu. Metnin kimse tarafından pek ciddiye alındığını zannetmiyorum. Ama şunu söylemek gerek, Onur Haftası çalışmalarına 4-5 yıldır katılıyorum ve bu yeni başlayan bir sorun değil. Örneğin “Örgütleniyoruz” tema forumunda, bir lezbiyen arkadaş söz alarak, “Farkında mısınız, şimdiye kadar hiç kadın konuşmadı” dedi ve anında “kadın olmadıklarını nereden biliyorsun” cevabını aldı. Bu tepki, tartışmaların altını boşaltan bir tepki. Evet, soruyu soran arkadaş “lezbiyen” ya da “cis kadın” (*)demeliydi ve gerçekten de konuşanların kendisini kadın olarak tanımlayıp tanımlamadığını bilemez. Ama bir derdi vardı ve bu derdin konuşulmasının önünü kesen bir cevap aldı. Bu bizim de toplantılarda tekrar tekrar yaşadığımız bir şey oluyor.
Komite’den ayrıldınız, etkinliklere katılacak mısınız?
Deniz: Biz 2018 Komitesi’nden çıktık. Bu komiteler her sene toplanır ve işi bitince dağılır, bir sonraki sene yeni bir komite toplanır. Ziyaretçi olarak tabii ki katılacağız. Onur Haftası hepimizin biraraya geldiği bir hafta. Ama özeleştiri yapılmadıkça, etkinlik düzenleyicisi olamayız.
Sözünü ettiğiniz cinsiyetsizlik politikasından bahsedebilir misiniz biraz? Cinsiyetsizlik politikası nedir?
Dılşa: Cinsiyet toplumsal olarak inşa edilen bir şey ve ikili yönde (binary) ilerleyen, yani “ya kadın ya erkeksindir” algısının hakim olduğu bir düzende yaşıyoruz. Cinsiyetsizlik politikası da, cinsiyetin birçok şey olabileceğini, kadın ve erkek arasındaki spektrumda olabileceğini ya da hiçbiri olmayabileceğini savunan bir politika.
Deniz: Cinsiyet konusunda kişinin beyanı esastır ve kimse kimseye cinsiyet atayamaz. Ama cinsiyetleri toplum bize atadığı için bu çok önemli bir politika.
Bu cinsiyetsizlik politikası LGBTİ hareketi içinde nasıl ele alınıyor ve tartışılıyor?
Deniz: Aslında çok da “ele alınmıyor”, bu konuda atölyeler, tartışmalar düzenlendiğine şahit olmadım. Benim rastladığım kadarıyla daha çok “Nereden biliyorsun”, “Bana cinsiyet atayamazsın” ve “Bana cinsiyet atadılar” şikayetleriyle gündeme geliyor.
Dılşa: Hareket içinde en çok deneyimlediğimiz bu oluyor. Ama tabii ki küçük gruplarda bu politikalar tartışılıyor ve okumalar yapılıyor. Benim en çok sıkıntısını çektiğim nokta; cinsiyetsizlik politikası yürütülürken, güç ilişkilerinin görmezden gelinmesi oluyor. Metinde de belirttiğimiz gibi, çatışmanın toplumun en altına itilen kadın cinsiyeti üzerinden gidiyor olması bizim için bir sorun. Türkiye’de LGBTİ+ hareketinde, feminist politika yaygın olarak cis-feminizm olarak görülüyor ve LGBTİ+ hareketi feminizmle bu düşünce üzerinden çatışıyor. Benim de feminist politikayla ilgili eleştirilerim var, bazen çok cis bir noktaya gidebiliyor ama sürekli feminizmle bunun üzerinden çatışmaya girilmesi doğru değil.
Deniz: Dılşa’nın dediği gibi, güç ilişkilerini tartışmadan cinsiyetsizlik politikası yürütüldüğünde, konu “Ben neyim” kavgasından öte bir yere gitmiyor. Cinsiyetin atanan bir şey olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Ama bana atanan cinsiyet, sadece atanmayla kalmayıp aşağılanmayla geldiği zaman, bunu reddetmek doğru olmuyor.
Dılşa: Ben 1.50 boyunda, sesi tiz ve kadın olarak görülen bir insanım. Ben kadınlığı bırakamıyorum, kadınlığı bırakmak isteseydim de benim hayatımda bir şey değişmeyecekti. Hala partiden eve dönerken, güvensiz hissediyorum. Bunu anlatmaya çalıştığında, yaptığın ajitasyon olarak yorumlanıyor.
Deniz: Bana atanan cinsiyet üzerinden benim yaşadığım sıkıntılar görmezden gelindiğinde, bu kadın düşmanlığından başka bir şey değildir. Kadın olmaktan kaynaklı sorunları konuşmak istediğim zaman “yine başladılar” gibi bir hava hissediyorum. Hareketin cis-feminizme öfkesi olmasını anlıyorum. Ama son dönemlerde feminizm kavramı kadınlara karşı bir silah olarak kullanılmaya başlandı. Her şey cis-kadınların aleyhine işliyor. Bir tartışmada ağzını açıp yanlış bir laf ettin diyelim, feminist olma iddiası olmayan bir kişi bile olsa, “feminist olarak bir de bunu mu diyorsun” tepkisiyle karşılaşıyorsun. Bu tepkileri verenlerin, feminizmden ne anladığını gerçekten sorguluyorum. Sanki feminizm cis-kadınların tepesinde sallandırılan bir kılıçmış gibi hissediyorum.
Açıkçası dışarıdan görünen, Türkiye’de feminist hareketle LGBTİ hareketinin ortaklaşarak örgütlendiği. Ama şu anda feminizmin, LGBTİ hareketinin iç tartışmalarında bir çatışma alanı olduğunu öğrendim. Bahsettiğim görünürlük, yanlış bir yorum mu?
Dılşa: Tamamen yanlış olduğunu söyleyemem. Ama nasıl “80’lerde sol hareketi bölen feminizm” argümanları vardıysa, özellikle biz de bu metni yayınladıktan sonra “LGBTİ+ hareketini bölen cis-feminizm” noktasına geldi. Ben feminist hareketten gelen biri olarak, kendi örgütlendiğim feminist grubun LGBTİ+ hareketi dışladığını düşünmüyorum. Ama yüzyüze örgütlendiğimiz noktalar yok. LGBTİ+ hareketinde, feminizm değil, kuir feminizmden bahsediliyor.
Deniz: Türkiye’de feminist hareketle LGBTİ+ hareketi arasında söylem ortaklığı kurulamadığını gözlemliyorum. Bunun için iki tarafın da bir şeyler yapması gerekiyor. Mesela bizim harekette cinsiyet eşitsizliği, güç hiyerarşisi falan konuşulmuyor, ki eskiden daha çok konuşulurdu. Feminist hareket içerisinde de, kadınların mutlaka bir erkekle ilişkileneceği üzerinden kampanya örgütlendiğini gözlemliyorum, tabii bu dışarıdan yaptığım bir gözlem.
Dılşa: Feminist hareketle ilgili bu eleştiriye katılıyorum. Mesela ben lezbiyen bir kadın olarak feminist harekette o kadar da kolay örgütlenemiyorum. Kendini bir anda müftülük nikahına karşı kampanyanın içinde buluyorsun. O kampanyada bulunmaktan pişman değilim, önemli bir şey ama insan sorguluyor: müftülükte evlenmeyi geçtim, zaten evlenemiyorum, evlenebiliyor olsam evlenir miydim? Hayır.
Deniz: En azından teorik ortak noktalarımızı bulmak için daha fazla çalışılabilir.
Lezbiyen, biseksüel kadın aktivistler olarak söylemek istediğiniz bir şey, vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Deniz: Heteroseksizm çok ağır ve çok kibirli bir şey. Bizim hareketimiz buna karşı var. Onur Haftası da hepimizin haftası. Biz kendi içimizde çok ciddi tartışmalar yürütüyoruz ama her şeyden önce hepimizi ezmekte olan şey tabii ki heteroseksizm ve cis-seksizm. (ÇT)
(*) “Cis” doğuşta kendisine atanan cinsiyet kimliği ile kişinin kendini tanımladığı cinsiyet kimliği örtüşen bireyleri tanımlamak için kullanılır.