Erkek-Devlet Şiddet Tekeline Karşı Feminist Şiddet Meselesi

Sina Tekin 15 HAZIRAN 2023 Türkçe
Facebook Twitter Google

Görsel: Elisabetta Sirani, Timoclea, 1659.

“döktüğün kanın bedelini ödeyeceksin,

katlettiğin kadınlar ölmeyecekler!”

 

Mexico City’de 12 yaşındayken işkence ve tecavüze uğrayarak öldürülen Fátima Quintana’nın anmasında feminist militanlar yukarıdaki sloganı atmışlardı. Anma sosyal medya üzerinden yayınlanırken, “Black Blocs” ismindeki feminist örgüt militanlarının birçoğu yüzlerini ve vücutlarını kamufle etmeyi tercih etmişti.[1] Bina işgalleri, eylemlerde polislerle girdikleri çatışmalar, savunma bakanlığı tarafından izlenmeleri, kendi güvenliklerini sağlamak için bu anonimliği zorunlu kılan etkenlerden. Araştırmacı Andrea Samaniego, Meksika’da feministlere karşı artan baskı ve gözetimi, yüz yıllık bir geçmişe sahip Meksika feminist hareketinin özellikle son yıllarda güçlenen örgütlülüğüyle ve feministlerin Lopez Obrador iktidarına karşı muhalefeti temsil eden tek güç olmasıyla açıklıyor.[2] Her gün 10’dan fazla kadın cinayetinin yaşandığı ülkede, Samaniego’nun vurguladığı gibi, feministler erkek ve devlet şiddetine, (karşı) şiddet eylemlerini de içeren çeşitli pratiklerle karşı çıkıyor.[3]

 

Meksika’daki bu durum, dünyanın farklı yerlerinde ve zamanlarında kadınların ve feministlerin erkek ve devlet şiddetine şiddetle karşılık verdikleri pek çok örnekten biri. Zaten şiddet olgusu da feministler tarafından uzun zamandır tartışılan bir mevzu. Bu tartışmalar kimi zaman kad

ınların şiddet kullanımının tabulaştırılmasını, kimi zaman şiddet uygulayan kadınların medyadaki temsillerini ya da yargıda karşı karşıya kaldıkları adaletsizlikleri, kimi zaman da patriyarkal sömürünün inşasında ve sürdürülmesinde erkeklerin şiddet kullanımını merkezine alıyor. Örneğin, bazı feminist antropologlar patriyarkal sistem içinde kadınların şiddet kullanımından dışlanması süreçlerine odaklandılar. 1979’da Paola Tabet şöyle yazıyordu:  “Silahların tekeli kadın ve erkekler arasındaki ilişkilerde belirleyici öneme sahiptir. […] Hakim olan yön gücün kontrolüdür. Silahların kullanımı konusunda kadınlara getirilen katı yasak bu yüzdendir. Oyun silahlara sahip olan ile olmayan arasındadır.”[4] Kadın bedeninin ve emeğinin sömürüldüğü bir sistemde, erkeklerin şiddetin tekelini elinde bulundurması elbette tesadüf değil.

 

İspanyol feminist militan Irene La Terreur Féministe (Feminist Terör) kitabında feminist şiddeti konu alıyor. Üç başlık üzerinden ilerleyen kitabın ilk bölümü resim ve edebiyat gibi alanlarda şiddete başvuran kadın karakterlerin ve/ya bu karakterleri yaratan kadınların kendi hikâyelerine odaklanıyor. İkinci bölüm hayatta kalmak için şiddet kullanan kadınlara ayrılmış. Son bölümde ise şiddet, feminist politik bir strateji olarak ele alınıyor yazar tarafından.

 

Erkek-Devlet Şiddet Tekeline Karşı Feminist Şiddet Meselesi - Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik Kütüphanesi

Nevin Yıldırım’ın serbest bırakılması için yapılan bir kampanyadan, 2015.[5]

 

Meriç Eyüboğlu’nun deyişiyle “hayatına sahip çıkan kadınlar” için kitabın ikinci bölümünde şöyle diyor Irene:

 

Ölmemek için öldüren kadınlar var. Burjuva, beyaz ve patriyarkal hukuk sisteminin onlardan esirgediği adaleti sağlamak için öldüren kadınlar. Böylesi iyidir ya da kötüdür demiyorum. Diyorum ki, bu böyle. Ve böyle olmaya devam edecek. Bu olguları inkâr etmek, kendi tarihimizin bir kısmını gizlemektir diyorum. Bu kadınların hikâyelerini silmek, onları bir kez daha susturmak demektir.[6]

 

Peki, bu kadınların hikâyeleri bize ne anlatıyor? Bu soruya verilebilecek yanıtlardan birisi Eyüboğlu’nun satırlarında mevcut: “Kendi hayatına sahip çıkan kadınlar da kuşkusuz politik bir eylem içindeler. Çünkü bu patriyarkal sisteme, kendilerine dayatılan hayata itirazları var. Sadece itiraz etmiyor, bu itirazın sonunda her ne yaşarsa yaşasın vazgeçmiyor ve hayatını yeniden yeniden örüyor bu kadınlar. Onların direnci, kaderine razı gelmemeyi simgeliyor.”[7] Eyüboğlu’na göre, kadınlar tarafından işlenen cinayetlerin nedeni ile kadın cinayetlerinin nedeni aynı: sistematik erkek şiddeti. Ve erkek yargı karşısında kadınların işledikleri cinayetleri meşru müdafaa/öz savunma söylemi üzerinden ele almak yeterli değil. Zira kadınların maruz kaldığı şiddete karşı çıkışlarını sadece bir refleks anına indirgemek, bu eylemi yaratan süreci ve kadınların iradelerini görünmezleştiriyor.

 

Asale Angel-Ajani ile Nimmi Gowrinathan ise “Kadınlar Neden Öldürür?” başlıklı makalelerinde kadınların öldürme eylemlerinde belirebilen kolektif müdacele motivasyonuna dikkat çekiyor. Aynı makalede hikâyesine rastladığımız Racine isimli kadının 2006 yılında Brooklyn’de uzaklaştırma kararını ihlal ederek kapısına dayanan ve kendisine tecavüz eden partneri ile partnerinin arkadaşını olaydan iki gün sonra vurması hakkında söyledikleri, yazarların neyi kastettiğini de çok iyi özetliyor:

 

Olay olduğunda, yani o gece [Jerry ile partneri Wes’i silahla vurduğunda] aklımdan geçen pek de bu değildi. Ama oldu bir kere. Kendi hayatımı kontrol ettiğim hissi. Biliyordum, ya savaşacak ya da ölecektim. Öz savunma ama bundan çok daha fazlası. Ben kendi hayatımı seçiyordum, sadece kendim için değil, metrodaki, ölü olmaları an meselesi olan kadınlar için hayatı seçiyordum. Çünkü yalnız olmadığımı biliyordum. Dünyanın bir köşesinde her saat başı bir kadının dövüldüğünü söylerler, değil mi? Ben bunu biliyordum işte. Hissediyordum. Ben dövülüyordum, başka bir kadın da, o gün, ertesi gün ve ondan sonraki gün. O tetiği kendim için, onlar için çektim.[8]

 

Türkiye’deki feminist hareketin bugüne kadar, şiddet kullanan kadınları ve eylemlerini politik gündemlerine dahil edemediğine dair eleştirilere de kulak vererek,[9] bu ihtiyaca ilişkin feminist dayanışma ve direnişi daha sağlam örmek elzem. Hele ki Mayıs 2023 seçimlerinin ardından meclis aritmetiği ve bu aritmetiğin niteliğini düşününce anayasal haklarımıza saldırıların kesintisiz ve daha yoğun bir biçimde süreceği aşikâr. Erkek yargının/adaletin kendini dayattığı böylesi koşullarda, sistematik erkek şiddetine karşı şiddete başvuran kadınlarla daha fazla karşılaşacağız gibi görünüyor. Bunun yanında, şiddetin kimler tarafından legal olarak icra edileceğini belirleyen devlet, şiddet uygulayan erkekleri cezasızlık politikalarıyla teşvik etmeyi sürdürürken, bu şiddete öyle ya da böyle karşı çıkanları da damgalamak ve cezalandırmak için her araca şüphesiz ki başvuruyor ve başvurmaya devam edecektir. Nitekim 90’larda medyada dolaşıma sokulan “travesti terörü”[10] söyleminde karşılaştığımız strateji de trans ve travestilerin hem deneyimlerini hem de haklı öfkesini kriminalize etme amacı taşıyordu.

 

Erkek-Devlet Şiddet Tekeline Karşı Feminist Şiddet Meselesi - Toplumsal Cinsiyet Odaklı Habercilik Kütüphanesi

 

Trans ve travestiler “hayatına sahip çıkma”nın “bedeli” olarak her an ve her yerde belirebilen erkek ve devlet şiddetinden en çok zararı örgütsüz ve/ya yalnız bırakıldığı zamanlarda aldı. Dün olduğu gibi bugün de patriyarkayı, heteroseksizmi, cis normatif düzeni tehdit eden ya da tehdit etme potansiyeline sahip kişilerin devletin ve iktidarın “terör” listesine dahil edilmesi şaşırtıcı değil. Bu süreçte, pek çok araçtan faydalanarak, çeşitli stratejilerle kendisini ortaya koyan/koyacak erkek ve devlet şiddetine karşı, öfkemizi ve umudumuzu birlikte örgütlememiz gerekiyor.